“Evimde Ölmek İstiyorum”

‘Hastalık, kendi kuralı, kendi çilesi, kendi sessizlikleri ve kendi ilhamları olan bir manastırdır’.
Albert Camus

Bir konu üzerinde enine boyuna düşünmeyi, yaşananlar tetikliyor. Felsefeyle bilimsel kapsamda uğraşmayan, günlük yaşamların sıradan insanları için. En azından benim için bu böyle. Yoksa durup dururken “Hadi biraz da, insanın ölüm anında kendi yatağında, evinde olmayı seçme hakkı olup olmadığını düşüneyim” demiyorum. Birdenbire yaşam sonu kararlarıyla ilgilenmeye başlamamın bir nedeni var.

Bir hasta ve yakınları ile onlara sağlık hizmeti sunan ekibimiz çevresinde gelişen olaylardan söz edeceğim şimdi. Hastam yaşlı bir hanımdı. İshal nedeni ile hastaneye yattıktan bir süre sonra, akciğer enfeksiyonu gelişmesi üzerine tedavisini üstlendiğim bir hastaydı. Birçok sağlık sorunu vardı. Birini düzeltmeye çalışırken, bazen de bu amaçla yaptıklarımızdan kaynaklanan başka bir sorun çıkıyordu ortaya ve hemen gerekli inceleme ve tedavilere başlıyorduk. Hasta sürekli evine gitme isteğini yineliyordu. Bu isteğini ancak kendisinin ve yakınlarının onay imzaları ile gerçekleştirebilirdik. Hastamın bilinci yerindeydi ve yakınları da her aşamada çok ilgili ve yardımcıydılar. Baştan beri durumu, hastalığı, tedavisi, tedavinin içeriği, riskleri, diğer tedavi seçenekleri ve riskleri konularında yaptığımız gibi tedavisiz kalmanın sonuçları hakkında da bilgilendirdikten sonra kararlarını vermelerini istedim.

Olası riskleri defalarca anlattım. Ona ve yakınlarına. Hastam, bütün sorularıma tek bir karşılık veriyordu: Beni evime gönder, kurbanın olayım, öleceksem de evimde ölmek istiyorum. Eve oksijen tüpü ayarlayalım, bak şu antibiyotiğini de al, kan incelemenin sonucu da gelsin gibi kısa süreli oyalamalarımız da işe yaramaz olmuştu. Hasta yakınları kararsızdı, evde yaşanacak olumsuzlukları göğüslemeye hazır değillerdi. Onları çok iyi anlayabiliyordum. Ayrıntısı ile konuştuk. Onlara söylediğim şu idi: Kendi istekleriyle ve annelerinin onayıyla hastaneden ayrılmak olasıydı. Bazı özellikli tedaviler ve sağlık durumundaki anlık bozulmalara yönelik girişimlerden yoksun kalacaklardı ama ev koşullarında sürdürülebilecek olan tedavi ve bakım olanakları açısından gerekli yardımı ve desteği yapacaktım. O hastayı gönderdikten sonra, ben bir başka hastamla ilgilenmeye başlayıp konu üzerinde çok da kafa yormadan günümü sürdürürdüm. Oysa onlar bu olayla ve kararlarının sonuçları ile yaşayacaklardı. İyice konuşulmuş ve içe sinmiş bir ortak karar olmalıydı bu. İstediği halde annelerini eve götürmezler de hastanede yaşamını yitirirse son isteğini yerine getirmemiş olmanın yükünü, eve götürürler ve orada yaşamını yitirirse gerekenleri yapmamış olmak düşüncesinin ağırlığını yaşam boyu taşıma olasılıkları vardı. Konu üzerindeki aile içi görüşmelerinin sonucunu bana bildirmelerini bekleyecektim.

Bir konuda yanılmışım; yaşananlar ve verilen karar hakkında kafa yormayacağım konusunda. Hastamın da onay vermesi üzerine bütün görüşmelerimiz asistanlarımın önünde gerçekleşmişti. Onlar için iyi bir rol modeli olmak sorumluluklarımdan birisiydi. Bir başkasını yanlış yönlendirmek, yanlış yapmaktan daha büyük bir korku… Hastamın kararlarına saygı duydum gerçekten de ve bu yolda yaptım düzenlemeleri. Yine de hastanede kalsa alacağı bakımın aynısını eve sunamayacağım da bir gerçekti. Yaşam beklentisinin ortaya çıkan her bir ciddi sorun ile daha da azalmış olması ve hastamın kendi yatağında ölmek için gösterdiği kararlılık, ortada sorun olmadığını gösteriyordu bana. Yine de kuşkuya yer bırakamayacak kadar netleştirmeliydim. Tıp etiğinin konu başlıkları arasında sorularıma yanıt bulacağımı biliyordum.
Anahtar sözcüklerim, ‘yaşam sonu kararları, yeterlik ve bilgilendirilmiş/aydınlatılmış onam’dı. Hastaların tedaviyi reddetme hakkı vardı, ancak bunun için yeterliliği iyi değerlendirilmeliydi. Yoğun bir şekilde önümde biriken teorik bilgiden kafam karışmıştı. Vicdani, ahlaksal ve hukuksal boyutlarda farklı açılımlara sahipti. Yalnızca çocuklarına yük olmamak, masraflardan kaçınmak içinse ısrarı, bunu anlayabilmeli ve hastamın tedavi alma hakkını sonuna dek savunabilmeliydim.
‘Hasta Hakları Yönetmeliği’nde, kanunen zorunlu olan haller dışında ve doğabilecek olumsuz sonuçların sorumluluğu hastaya ait olmak üzere, hasta kendisine uygulanması planlanan veya uygulanmakta olan tedaviyi reddetmek veya durdurulmasını istemek hakkına sahiptir, yazıyordu. Tedavinin uygulanmamasından doğacak sonuçların hastaya veya kanuni temsilcilerine, yakınlarına anlatılması ve bunu gösteren yazılı belge alınması gerekiyordu. Tedavi başladıktan sonra rızanın geri alınması için tıbbi yönden sakınca bulunmaması şartı aranıyordu. İyice anlamalıydım. Cezai sorumluluğum nerede başlıyordu? Her ne kadar bilinci açık ve karar verebilme yetisine sahip görünse de, ölümünün yakın olduğunu bilmenin sağlıklı karar vermeyi engelleyeceğini, bu durumda yeterlik kapsamının değişeceğini savunan görüşler vardı okuduğum kaynaklarda.
Yüzlerce kitap ve binlerce de makale olduğunu görünce nasıl üstesinden geleceğimi düşünerek kaygı duydum. Bilgi sahibi olmadan görüş sahibi olmamaya çalışırken veri yoğunluğunda sıkışıp kalmıştım. Bir uzmanına danışmak gerek diye aklımdan geçirdiğim an karşımda yepyeni bir kapı açıldı. Deontoloji (tıp etiği) alanında uzman arkadaşım Dr. Esin Karlıkaya’ya ulaştım ve olan biteni anlattım.

Hasta yakınlarına güveniyorsam, hastanın kendi geleceğini belirleme hakkına sahip çıkmamın, saygı göstermemin ahlaki bir karar olduğunu, yasal düzenlemelerin de bu yönde yapıldığını söylemesi içimi çok rahatlattı. Konunun ilgili bilimsel kaynaklarda yaşam sonu bakımı ve kararları olarak değerlendirildiğini, hastalarımızın onayı dışında hiçbir tedavi ya da girişim yapamayacağımızı ancak vesayet altındaki hastalarda, bilinci kapalı olanlarda, toplumu tehdit eden durumlarda, yakınlarının kötü niyeti olduğu düşünülüyorsa mahkemeye ya da savcılığa başvurarak acil bir karar çıkmasını sağlayabileceğimi anımsattı. Kendi görüşlerini benimle paylaştı. Hedefinin klinik etik danışmanlık hizmetlerini hastanelerde yapılandırmak olduğunu belirttiğinde, zor etik sorunların çözümüne yönelik böyle bir desteğe nasıl da gereksinim duyduğumuzu düşündüm.
Gerekli belgeyi hem hastam hem de yakınları imzaladı. Biz de ev koşullarında verilebilecek en uygun tedaviyi düzenledik ve vedalaştık.

Ertesi gün hastaneden çıkmak isteyen, bu kez tedavisinde mutlu sona çok yaklaştığımız bir erkek hastamın ısrarına boyun eğmedim. Onu ve yakınlarını bilgilendirirken üzerime çevrilmiş gözlere yaptığımın bilimsel ve vicdani dayanaklarını aktarmaya çalışıyordum. Bir yandan da, anlamı “tıbbi bakım süreci sırasında ortaya çıkan etik değer sorunlarının çözümüne ilişkin öneri ve bilgi sağlanması etkinliği” olan klinik etik danışmanlığının yaşama geçirilmesinde neler yapabileceğimi düşünüyordum.

Zihni en iyi berraklaştıran, kalemi kâğıtla buluşturmak… İşte bu yüzden yazmakla başladım.

Kaynaklar
1. Karlıkaya E. ‘Yüksek Teknoloji Tıbbi ve Hekim-Hasta İlişkisi: Uluslararası Katılımlı 2. Tıp Etiği ve Hukuku Sempozyumu Bildiri Kitabı’ (Ed. Öztan Öncel va ark.). İst. Nobel Tıp Kitabevleri, 2006. s: 147-162.

  1. Hasta Hakları Yönetmeliği, Resmi Gazete, 01.08.1998 (Resmi Gazete no, 23420)

Leave a Comment

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir