Ah, nasıl yapabildim, bu kadar uzun süre nasıl susabildim?
Yoğundum, evet. Ama bu bir gerekçe olabilir mi? Yoğunlukta uyumayı ihmal ediyor muyum, uyanınca yüzümü yıkamayı, ellerimi yıkamayı (hem de sürekli), yıkadıktan sonra krem sürmeyi, sabahları hiç yapmazken kahvaltı yapmayı, kalabalık ortamlardan uzak durmayı ihmal ediyor muyum? İşimle ilgili yeni bilgilerin peşinde koşmayı, edindiğim bilgileri paylaşmayı ya da insanları uyarmak için bilgilendirme yapmanın değişik yollarını bulmayı da asla ihmal etmiyorum. Öğrenmeyi bıraktım mı? Mücadele etmeyi, yılmamayı kenara bıraktım mı? Hepsine hayır, kocaman bir HAYIR… O zaman yazmayı nasıl geri plana itebildim?
Üstelik böyle bir zamanda…
İçinden geçtiğimiz döneme “Turnusol Çağı” diyesim var.
Öyle güzel ayırt etmemizi sağlıyor ki insanları, daha önceden tanıdıklarımızı, tanıdığımızı sandıklarımızı, tanımamakla eksik kaldıklarımızı…
Mesafeler fiziksel anlamda açıldı. Birbirini görmeler, yanına gelip gitmeler seyreldi, hatta kesildi. Yokluklarını hissettiklerimiz eleğin üzerinde kalıverdi. Ekip olduğumuzu bilmediklerimizle sıkı bir işbirliği başladı, ekibimizde olur sandıklarımızın esamesi okunmadı. Bu değer kaybına kişilerin kendisi neden oldu. Akla yatkınlaştırarak kendilerini bu mücadele sürecinin dışında tutanları, turnusol kâğıdının lifleri üzerine bırakıyorum. Kırmızı ya da mavi değil, renkleri silikleşiveriyor. Dünyamdan siliniveriyorlar. Saygı duymadığım kişiyi, yaşamımda neden tutayım? Gördüklerimle hayal kırıklığına düşsem de sonunda kırılacak o hayalleri kurmuş olmanın asıl hata olduğunu öğreniyorum.
Sosyal mesafe ve toplumsal hareket kısıtlaması kavramlarına kendi adıma harfiyen uyuyorum. En yakınlarımdan başlayarak çevremde böyle sorumlu davranan insanlar olmasından da büyük mutluluk duyuyorum. O kadar içime işledi ki bu önlemleri alarak yaşamak, eskiden kayıt edilmiş videolarda yan yana oturan, birbirine sokulan insanlar gördüğümde bile kaygı hissedip bunu nasıl yaparlar, enfeksiyon kapabileceklerini ya da bulaştırabileceklerini nasıl düşünemezler diye huzursuzlanıyorum. Benim gibi insanlar olduğunu da duyuyor, onları uzaktan gözlüyorum. Bütün bunlar bana bir yanılsama yaşatıyormuş; geçen günlerde sokağa çıkma yasağı ilan edilince anladım. Bu yasağını duyar duymaz, ne olup bittiğini anlamaya çalısmadan son iki saati yiyecek, içecek, kuru yemiş ve ne yazık ki sigara almak için değerlendirmeye koşan, üst üste, dip dibe, kavgalı gürültülü bu alış verişlerini yapan, arabalarına atlayıp yolları tıkayan insanları görünce aklımı kaçıracağımı sandım. Kazandığımız küçük küçük zaferlerle koca pandemiye kafa tutarken üzerimize korkunç bir çığ kütlesi düştü gibi hissettim. Şimdi tek dileğim, aslında salgının hız kestiği bir dönemde, gerçekte enfekte olmayanların dışarı çıkma çılgınlığına kapılmış olması ve baş edebileceğimizin üzerinde bir bulaş yaşanmadığı için önümüzdeki haftaların bize korktuğumuz hasta yoğunluğunu yaşatmaması… Diğer bir dileğim de, bir daha böyle tedbirsizliklere tanık olmamak…
Güzel şeyler de oluyor. Hem de bol bol…
Operalarla büyümedim, hatta elli yaşına dek toplasanız en fazla beş operaya denk gelmişimdir. Bunun kültürünü edinmedim, varlığıyla gönenmedim, yokluğunu fark etmedim. Son yıllarda bir hareketlenme vardı; olsa da güzel bir opera izlesem demelerim başlamıştı. Yine de olanak yaratmak için koşullarımı zorlamamıştım. Karantina zamanlarında dünyanın en ünlü opera kurumları önceki kayıtlarını ücretsiz erişime açtı. En ünlü operaları, evde oturarak izleyebilmek olanak dâhiline girdi. Filarmoni Orkestralarının en beğenilen konserleri de… Bundan yıllar önce eşime doğum günü armağanı aldığım bilgisayar görüntülerini duvara yansıtma cihazı tam da bu zamanlar içinmiş. Bizim karşı duvar, kocaman ve göz kamaştırıcı bir opera binasının sahnesine dönüşüverdi. Kalbimde çarpıntılarla kaç tane opera, konser izlediğimi saymadım. Yeni bir dünyaya daha doğdum sanki. Hatta en son iki tanesinde, artık kulağım farklı ve üstün tekniği, düet, trio, kuartet, kentet nüanslarını ayırt edebilir oldu. Ben yerimde duramaz hâle geldiğimde, bir de baktım seyirciler de çılgın alkışlarla kutluyor o anki aryayı… İnsan hangi yaşta olursa olsun, yaşamında yeni zevklere kapı açabiliyormuş.
İstanbul Üniversitesi’nde Sosyoloji Yüksek Lisansına başlamıştım. Zamanımı ayarlayıp derslere katılmak için uğraş veriyor, ödevler hazırlıyor, okumalar yapıyordum. Pandemi çıkınca seyahat kısıtlaması yanında benim çalışmalarım yoğunlaştı. Gidip gelmeler zorlaşacaktı. Ama sorunlar fırsatlar yaratabiliyormuş. Online eğitim başlayınca dersler bilgisayarıma geldi. Canlı derslere katıldım, soru sordum, yanıt verdim, poliklinikte olduğum için kaçırdığım kısmını kayıttan izledim. Böyle devam edecek ve bu beni çok mutlu ediyor. COVID19 ile yatar COVID19 ile kalkarken zihnime sosyoloji üzerinden toplumu, felsefe üzerinden düşünce ve üslubu sokmak için bir olanak yakaladım.
Bir kez daha söylemek istiyorum: Ne yaşadığımız değil, onu neye dönüştürdüğümüz, kısıtlanma gibi görünen anlardan özgürleşmeler, sınırlarımızı genişletmeler çıkarıp çıkarmamız önemliymiş.
Yaşamak, bir özgürleşme deneyimine dönüşsün öyleyse…
©Göksel Altınışık Ergur
KÖPRÜSÜZLÜKTEN ÖNCE SON ÇIKIŞ
Hepimizin gözü önünde,göz göre göre geldi pandemi. Vura vura bir şeyler öğretiyor insanlara.
Ben işin rakamsal ya da sağlık boyutunda değilim. İnandığım bir şeyi bu bahane ile paylaşmak istedim, o kadar.
Bizim toplumda TUFAN ve KIYAMET kavramlarının karıştırıldığını düşünenlerdenim.
TUFAN başa çıkılamaz derecede zarar veren büyük doğa olaylarıdır. Tarihte bilinen en büyük tufan NUH TUFANIdır. Dünyamızın değişik yerlerinde yöresel tufanlar da yaşanıyor zaman zaman.
KIYAMET ise "kıyam etmek"ten ( ayağa kalkmak) gelen bir terim.
Kıyamet olgusunu ezoterik ( batıni) olarak açarsak söylendiği gibi ölülerin dirilmesinden çok DOĞRU BİLİNENLERİN YANLIŞA ÇIKMASI..BAZI FİKİRLERİN AYAĞA KALKMASI OLARAK değerlendirebiliriz. Bunu şu örnekle sabitleyelim.
Bazı inançlara göre kıyamet geldiğinde GÜNEŞ BATIDAN DOĞACAKTIR. Bunu şu şekilde yorumlamak yanlış olmaz sanırım.
Doğru bilinenler yanlış olacak kıyamet geldiğinde..
"Bir olay ya da olaylar zinciri yaşanacak ..yeni bazı bilgiler ortaya çıkacak ve insanlık girdiği yanlış yoldan dönecektir." diyordu bir kitapta..
Bu iş için kırılma noktası olarak MAYA TAKVİMİnin işaret ettiği 2012 yılı veriliyordu. 200.000 yıllık insanlık tarihinde yedi sekiz senelik bir sapma sapmadan sayılmaz, ihmal edilebilir.
Bu KORONAVİRÜS belki de bir DÜŞÜNSEL KIYAMET.
"Ben dünyanın sahibiyim!" hırsından BEN DÜNYAYIM..BEN EVRENİM. DÜNYAYA VERDİĞİM HER TÜRLÜ ZARAR ASLINDA KENDİME VERDİĞİM ZARARDIRa geçiştir.
Maddi çıkarlar için yok edilen habitatların sona erdirilmesi için bir bilinç oluşturma ortamı olabilir.
Bilerek yok edilen sosyal dayanışmaların yerini alan BİREYSELLEŞMENİN, "GEMİSİNİ YÜZDÜREN KAPTAN" düşüncesinin hakim olduğu MAKYAVELİST YAKLAŞIMLARIN bir sonu olabilir. Bu tür yaklaşımların şimdiye kadar fark etmediğimiz ( etmek istemedimiz) bir bedeli olduğunu görmemize sebeb olabilir.
Olmalı da..
Virüsün bunu başaracağına inananlardanım.
O yok ettiğimiz değerler aslında olgunlaşma yolunda birer köprü. Zoru aşarken ,uçurumları geçerken kullandığımız köprüler silsilesi. O köprüler yok olursa, zaten dipte olan insanlığın temelli yok olması anlamına gelecek ki bu da TAM ANLAMI İLE BİR TUFAN olur ve insanlık altında kalır.
Yeni bir NUH çıkar mı bilemem..
Bildiğim bir şey var.
Bu virüs bize bir tabela gösterdi. KÖPRÜSÜZLÜKTEN ÖNCEKİ SON ÇIKIŞ.
Hepimizin gözü önünde..göz göre göre geldi bu salgın.. Vura vura bir şeyler öğretiyor. Ögretecek te..
Biz yeter ki öğrenmek isteyelim.
MUAMMER KARDEŞ
Süreci çok güzel özetlemişsiniz.. Gerçekten yaşananlar değil yaşadıklarımız değil dönüştürdüklerimiz bizi biz yapıyor. Herkes aynı gökyüzüne bakıp farklı şeyler görüyor. Herşeye güzel bir pencereden bakabilmemizi sağlıyorsunuz…Teşekkürler…Birlik olmak ekip olmak bu dönemde gerekli. Ve herkes aynı gemide de olsa aynı duyguları paylaşamıyor aynı özveriyi gösteremiyor.-Bu dönemde ben de hastalara aktif destek olabilmeyi isterdim ama olmadı.-Ama zaten benden önce sizin gibi değerli hocalarıma ihtiyaçları var. Hakkınız ödenmez. İyiki sizin gibi gerçekten işini severek yapan doktorlar var. Bu salgın bize doktorlarımızın, sevdiklerimizin ne kadar değerli olduğunu ve doğanın bize neler sunduğunu dışarı çıkmanın bile nimet olduğunu iyice gösterdi. Belki de bu kadar acımasız olan gözü aç durmadan savaşan insanlara durun demek için geldi bu salgın ama malesef durumu iyi olmayan—diğer yazınızda dediğiniz gibi- kişileri de etkiliyor. İnşallah bu süreç biran önce biter ve sevdiklerimizle doğayla kucaklaşırız ve daha insani daha kardeşçe birlik beraberlik içinde yaşamayı öğreniriz. Dünyanın herkese yetebileceğini öğrenip başkalarının yerine geçmeye ve başkasının elindekini almaya çalışmaktan vazgeçeriz. siz bol bol yazın bizde okuyalım olaylara farklı bir açıyla bakalım sayenizde bir durup düşünelim ☺️ Kendinize iyi bakın çok değerlisiniz. sizi çok özledim PUSULAM. en kısa zamanda görüşmek dileğiyle…
Yüreğine ve emeğine sağlık Sevgili Göksel,
Yazdığın ve paylaştığın için teşekkürler…