Üzerimde tatlı bir yorgunluk var. Yorgunluğun tatlısı da olur muymuş diye sorulmayacağını biliyorum. Bu duyguyu, değişen sıklıkla herkes tatmıştır. Bir süredir çok yoğun çalıştığımdan ve yaşadığımdan, halimi soranlara “Yorgun ama mutlu,” diyorum. Mutluluğumun nedenini anlayamayanlar için topluca açıklayayım: İçimde bir iş görmenin saadeti oluyor… Uzun zamandır boşa geçen zamanım yok. Çünkü bunu yaşama ihanet olarak görüyorum. Ne ile dolduruyorsun denirse öyle uzun bir listem var ki say say bitmeyecek. En iyisi bugünden yola çıkarak bir örnekleme yapayım.
Sabah çok erkenden hasta bakmaya başladım. Biri girip biri çıkan hastalarım için elimden gelenin en iyisini yapmaya özen gösterdim. Her hasta için en az 15-20 dakika ayırmayı iyi hekimlik uygulamasının temeli saydığımdan bu inancıma göre işimi yapıyorum. “İlk muayene” olarak adlandırdığım bana ilk kez başvuran hastalarım bugün çoğunluktaydı. Onlar için bu süre daha da uzadığı için önceden randevu verilen hastalarımın hepsi ile ilgilenmek zamanın bütününü kapladı. Sayıyı diğer günlerden az tutmamın nedeni, gün içinde bölümümüzde gerçekleştirdiğimiz eğitim toplantıları, ayrıca davetli olduğum bir buluşmaydı. Hastanedeki kısmı bitirince bu buluşma için yola çıkmam gerekliydi. Birkaç saat önce aradığım kişi sorun olmadığını, tasarladığımız gibi gerçekleşeceğini söylemişti. Ama… O da ne bir sorun vardı, hem de önemli cinsinden. Benimle gelecek olan sevgili Ayşenur acil servisteydi, tedavisi bitmiş ama taburcu edilmek için kan tetkiklerinin sonucunun görülmesi gerekiyormuş. Şaşırdım kaldım. İyisi mi ben durumu baştan anlatayım.
Çağrı, Gültepe Sağlık Meslek Lisesi’nde görev yapan edebiyat öğretmeni Alev Meriç Öğretmenimden gelmişti. Annesi benim hastam. Kalbimiz Attıkça hikaye kitabımı anne kız okumuşlar ve beğenmişler. Geçen gün kontrol randevusuna geldiklerinde söylemişlerdi. Alev Öğretmenim, edebiyat açısından da bir değerlendirme yaptı ve öğrencilerine kitaptan söz ettiğini, ilgilerini çektiğini söyledi. Beni öğrencileri ile bir söyleşi için çağırdığında seve seve kabul ettim. Liselerde kariyer günleri adı altında yürütülen etkinliğin farklı bir biçimini gerçekleştirebilirdik. Daha önceki yıllarda kızımın okulunda ve birkaç tanıdığımın isteği ile benzer söyleşilere katılmıştım. Bu kez bir önceki haftanın Akciğer Rehabilitasyonu Haftası olmasından da yola çıkarak o konuda bir etkinlik de istenmişti. Her konuyu ehline bırakmak gerek. O alan benim uzmanlık alanımda değil. Hastalarımın birçoğuna yardımcı olan, mesleğine aşık fizyoterapist Ayşenur Yılmaz’ın benimle gelmesini önerdim, kabul ettiler. Ayşenur da işlerini ve sınavlarını buna göre ayarlayabileceğini söyleyince plan yapılmış oldu. Bir hafta kadar önce bugün için randevulaştık.
Ayşenur’un açısından özel bir deneyim olmasını istiyordum. Akademisyenlik için gerekli heves ve başlangıç donanımının olduğuna inandığım bu genç insana katkı yapmak, yol göstermek ve destek olmak hoşuma gidecekti. Değil mi ki o beni kendisine “pusula” olarak nitelemişti; ben de bunun gereğini yapmalıydım. Sabah hastalar ve işlerle ilgili yoğunlukta zaman bulamayıp öğlen Ayşenur’u aradım. Sesi çok kötü geliyordu, ama o iyi olduğunu söyledi. “Bir sorun yok, değil mi?” diye sordum. “Yok hocam, saat 14:30 da size katılacağım.” diye yanıtladı. Saat yaklaştığında buluşma yerini kararlaştırmak amacıyla yeniden aradım. Bu kez sesi çok daha iyiydi, ama söylediği sözler beni çok şaşırttı: “Hocam, ben şimdi acil servisteyim. Siz aradığınızda serum veriliyordu. Bir buçuk saate biter dedim, ama tahlil sonuçlarımı görmeden beni taburcu etmiyorlar. Size söylemedim, çünkü gelmeyi çok istiyorum. Hastaysan gelme, dersiniz diye çekindim. On dakika içinde halletmeye çalışacağım. Olmazsa ben taksi ile arkadan gelirim.” “Olur mu hiç,” dedim, “beklerim seni. Zamanımız var. Hatta, gerçekten iyi hissediyorsan benim nezaretimde çıktığını söyleyelim. Toplantı bitiğinde seni hemen geri getiririm.” Hallettiğini söylemek için yeniden aramasından kısa bir süre sonra Ayşenur, heyecan ve mutlulukla arabaya bindi. Tasarladığımız gibi olabilecekti her şey. Oldu da. Okula tam zamanında yetiştik.
Dolu salona konuşma yaptığım sayılıdır. Ya salonlar çok büyük oluyor ya da ilgi gösteren az sayıda. Ama bu kez katılım oranı yüksekti. Bunda düzenlemenin rolü büyük. Ders saatinde, lisenin son iki sınıfındaki şubeler ve bir şube de dokuzuncu sınıflardan geldi. Ne anlatacağımı öncesinde düşünmemiştim. Çağrılma amacım net olunca o çerçeveyi doldurmanın kolay olacağından emindim. Sonuçta kendi hikayemi anlatacaktım. Alışılmışın dışında yönlerini öne çıkararak anlatmak, dinleyen öğrencilerin olabildiğince çoğunun dikkatini çekmek, onların kendi hikayelerini seçerken benimkinden alıntılar yapmalarına olanak sağlamaktı amacım. Kim olduğumdan ve orada bulunma amacımdan kısaca söz edip anlatmaya babamdan başladım. Onun ortaokulda Fen Bilgisi öğretmenim olduğunu, yıllar öncesinden öğrencilerinin ben unuturken unutmayıp öğretmenlerinin evlilik yıl dönümlerini kutlamak için sürpriz buluşmalar düzenlemelerinden anlaşılacağı kadar iyi bir öğretmenken Tıp Fakültesi’ne girdiğini (37 yaşında) ve bizim iki yılımızın aynı okulda çakıştığını, birlikte gazetelere haber olduğumuzu, sonrasında uzmanlık, akademisyenlik en son da dekanlık yaptıktan sonra emekli oluşunu anlattım. Yüzlerde şaşkınlık ve babamın hikayesine hayranlık ifadeleri okumak hoşuma gitti. Bana rol model oluşunu, yıllar sonra Açıköğretim Fakültesi Sosyoloji lisans programına kayıt yaptırırken onu örnek alışımla açıkladım. Hayallerinin peşinden gitmenin önemini bana gösteren en önemli insanlardan olduğunu belirttim. Geldiğim noktada, hayal etmeyi bunları gerçekleştirmek için önemli bir aşama olarak gördüğümü, gereğini yapmak ve bu uğurda çok emek harcamanın ise asıl etken olduğuna inandığımı vurgulayarak, örneklerle açıkladım. Yarışım hep kendimle, dedim, beni hırsla ve rekabetçi bir tavırla başkalarıyla yarışmanın gerginliğinden koruyor. Ben kendimi geçmeye çalışırken, zaten ilerliyorum. Bu da başarı hanesine yazılıyor. Tıpkı babamın ve annemin yaptığı gibi. Dinleyenlere dedim ki “Yaşam boyu bana birçok insan altın tepside sunuldu; rol model olmak üzere. Şimdi ben başkaları için o tepsinin üstündeki kişi olmaya çalışıyorum. Hepsi bu. Bunca yaşanan, biriktirilen, deneyimlenen yalnızca kişinin kendisinde kalırsa ne büyük bir israf olur. Yazmaya ve anlatmaya böylesi tutku hissetmemin nedeni de bu.”
Kalbimiz Attıkça adlı hasta hikayeleri kitabımın ortaya çıkma sürecini ve benim için ne anlam taşıdığı, hayallerimin neresinde durduğunu anlattım. İlk hastamın öyküsünün gözlere yerleştirdiği nemi gördüm; bıraktım orada kalsın. Her tür duyguyu insanca bulduğumdan biraz orada oyalandım. Sonra yazmanın bana kattıklarından söz ettim. Kendimi tanımaya çalışırken yazmayı nasıl kullandığımı, sorgulamalarımın ve yüksek sesle düşünmelerimin netleşmesini nasıl sağladığını, insanlarla iletişimimde önümü nasıl açtığını bir bir anlattım. Hasta-Hekim ilişkisine bakış açımı açıklarken, yalnızca biyoloji gözüyle bakınca kaçırılan sosyal ve psikolojik boyutun önemine örnekler sundum. Bütüncül bakmanın bana kazandırdıklarına ayrıca değindim. Hastalarımın yaşadıklarını öğrenmenin, yaşam, ölüm, sağlık, hastalık kavramları üzerine düşünmeme, sahip olduklarımın değerini anlamama yaradığını söyledim.
Doktor olmak isteyen kimse çıkmadı koca salonda. Puanının yüksek oluşunu ve doktor olmak için uzun süre boyunca çok çalışmak gerektiğini gerekçe olarak gösterdiler. Eğer yürekten istemiyorlarsa bu zorlu sürece girmenin elbette anlamlı olmadığını, ancak tutkuyla isteyen kişiler için de o doyumu sağlayacak bir başka meslek bulunmadığına inandığımı belirttim. Daha önlerinde zaman olduğunu, hangi işi yaparlarsa yapsınlar hakkını vermek için çok çalışma ve emek vermenin zorunlu olduğunu söyleyerek en azından üzerinde biraz daha bilinçli düşünmelerini sağlayabildiğimi umarak konuyu kapattım.
Sırada Ayşenur’un paylaşımı vardı. Neyse ki çok sayıda öğrenci fizyoterapist olmak istediğini belirtti. Ayşenur da kendi yaşadıkları üzerinden süreci özetledi. Ne istediğini bilen tavrının, işini severek yaptığının işaretlerinin, sabır ve ilgi isteyen işi sayesinde hastalarına yardımcı olabildiğini gördüğünde hissettiği duygunun güzelliğini anlatırkenki coşkusunun birçok öğrenciyi etkilediğini düşünüyorum. Nereden mi biliyorum? Elbette, kendimden. Bebeklerin doğduklarında karınlarını şişirerek diyaframlarını çok güzel çalıştırdıklarını, büyüdükçe, özellikle gergin hissettikçe bu yeteneğimizi yok ettiğimizi söyledi ve bunları üzerinde düşünmeye değer buldum. Diyafram nefesini kullanma denemeleri yaptırdı bütün salona. Hepimiz severek katıldık. Böyle büyük bir grup karşısında ilk konuşma deneyiminde, dinleyicileri bu denli kavrayabilmesini, dikkatlerini çekip bilgiler sunabilmesini gurur duyarak izledim. Öğrencilerimizden bazılarının kendilerini gelecekte onun yerinde gördülerse işte bu, yola çıkmak için güzel bir başlangıç olur.
Okul gününün sonu yaklaşıyordu. Servislere yetişme telaşı olacağından vakitlice söyleşiyi bitirdik. Sonrasında kalan öğrencilerimiz kitaplarını imzalattılar. Okuduktan sonra benimle bağlantı kurmak isterlerse öğretmenleri aracılığı ile bunu yapabileceklerini belirtirken bir yandan da içimden çok zaman yaptığım gibi “tahmin oyunu” oynuyordum: Acaba hangisi bunu isteyecek? Bakalım yanılacak mıyım, haklı mı çıkacağım? Rastgele birkaç kitaba cep telefonu yazmış olmam hile sayılır mı?
Böylesi pırıl pırıl gençlerle yolum kesiştiği için çok mutlu oldum. İlk karşılaşmaydı, ne ile karşılaşacaklarını bilmiyorlardı. Belki bu yüzden çok fazla soru sorulmadı ya da görüş paylaşılmadı. Yine de içlerinden bazılarının paylaşımımızı dikkate değer bulduğunu hissettim. Yeniden çağırırlarsa seve seve giderim. Yeter ki dinlesinler beni, bulurlar bir bilmediklerini; konuşsunlar benimle, bulurum bir bilmediğimi…
Bütün bu güzelliklerin yanında birkaç an daha var ki değinmeyi hak ediyor. Bir öğretmenimiz annesinin doktoru olduğumu ve annesinin beni sevgiyle andığını söyledi. Bir başkası öğretmenimizin karısına tedavi vermişim. Hepsinden sonra, ayrılmama yakın, uzun süre izleyip de bundan 6 yıl önce kaybettiğim bir hastamın oğlu kitabımı kızı için imzalatırken soyadının tanıdık gelmesi üzerine kim olduğunu açıkladı. O anda fark ettim ki bana aynı babasının gözleriyle bakıyor. Çok defa beraber geldiklerinde bu benzerliği fark etmiş miydim bilmiyorum. Ama hastamın bana nasıl sevgiyle baktığını çok iyi anımsıyorum. Bunu oğluna da söyledim. Farklı bir duygu içimi doldurdu. O ana dek karşılaştığım ve bir şekilde bana sevgilerini hissettiren bütün hastalarımın sıcacık bakışları bana yönelmiş gibi, bir koruma kalkanı sanki… Mesleğimi neden böylesi tutkuyla sevdiğimi bir kez daha anladım.
Son olarak “Sevgili öğrencilerim,” demek isterim, “her ne olursa olsun seveceğiniz bir mesleği seçin, seçtiğiniz mesleğinizi sevin.” Sohbetimizin bende güzel izleri kaldı, onlar için de öyle olduğunu umuyorum.
Bir sonraki buluşmamızda görüşmek, söyleşmek üzere….
©Göksel Altınışık Ergur
yayınlanma tarihi: 27.3.2018
Alev Meriç Öğretmenim ve Ayşenur ile. İyi ki çağrılmışsınız. Ne de güzel ağırlandık. Ben güç toplamış olarak ayrıldım yanınızdan.
Dünya Tiyatrolar Gününde cebren ve hile ile sahnedeydim. Söyleşi için olsa da. Bu arada söylemeyi unuttuğum bir şeyi fark ettim. Bana “Keşke şu mesleği yapsaydım dediğiniz bir meslek var mı?” diye soran dinleyicime “Ben ne için keşke diyorsam onu yapıyorum sonradan,” diye yanıt verdim. Doktorluk, sosyoloji eğitimi almak, yazarlık, yan flüt öğrenmekti kastettiğim. Ama tiyatroculuğu unutmuşum. İşte onu henüz yapamadım. Neyse, önümde zaman var. O da olur.
Sevgili Ayşenur, diyafram nefesi için eğitim veriyor.
Kitaplarını imzalatmak için benimle kalan öğrencilerimiz. Sonu mutlu biten öyküler biriktirin yaşamda. Dostlukla…
Ne MUTLU bana ki,sevdiğim mesleği,ÖĞRETMENLİĞİ seçtim ve seçtiğim mesleği de,emekli oluncaya kadar çoook severek yaptım.Ayrıca hep düşündüğüm bir şey var ki,ben ÖĞRENMEK ve ÖĞRETMEK için doğmuşum.Sevgili Göksel,sen de yaşam tarzın,doktorluğun,yazarlığın,kişiliğin ve etrafa yaydığın güzel enerjinle,hepimize ışık olup yol gösteriyorsun.İyi ki varsın…
Müberra
Sizin bana yaşam coşkunuzla örnek olduğunuzu belirtmeliyim. Sizi seviyorum…
Tebrikler, izlerde yürümeye devam. Sevgilerimizle… Nuriye-Mustafa ALTINIŞIK
Okurken birkez daha heyecanlandım. Sizinle ilk tanıştığım gün ki heyecanımı ve mutluluğumu birdaha hissettim.Bu hayatta kaybedilmemesi gereken değerli bir ışıksınız hocam. Benim ışığımsınız. Siz benim icin o altın tepsideki kişisiniz.
Bana unutamayacağım bir gün yaşattınız. Ayrıca benim için çok güzel bir deneyim oldu. Sizi her dinlediğimde farklı şeyler öğreniyorum. Öğrettiklerinizle İnsanın ufkunu açıyorsunuz. Sayenizde bende yapmak istediğim ama yapamadıklarımı yapmaya başlayacağım. Bana bu fırsatı sunduğunuz için ne yapsam ne söylesem az kalır. Siz bana pusula oldunuz. Beni de yazınızda paylaştığınız için çok mutlu oldum. Sizi tanıdığım için çok şanslıyım hocam .Sonsuz teşekkürler…