İkinci Yarıya Başlarken
“Hayat bir parça nakış işlemesine benzetilebilir. İlk yarısında herkes işlemenin ön tarafını görür, ikinci yarısında ise tersini. İkincisi o kadar güzel değildir, ama daha öğreticidir. Çünkü iplerin nasıl bağlandığını görmemizi sağlar.” Bu sözler Schopenhauer’a ait.
Biliyorum ki artık ilk yarıda değilim ve öndeki desenle gözlerim kamaşmıyor. O deseni parça parça görmek iyi miydi diye ikinci yarının başlarında (umarım…) düşünüyorum. Güzel anlar vardı, umut dolu olanlar da; dayanamıyorum öleceğim bu acıdan dediğim zamanlar oldu, hayal kırıklığının en koyusuna saplanıp kaldığım da. N’olur, n’olur şu olsun, diye içim içime sığmazken, olmamasıyla yıkılıp sonra bunu unutturacak bir başka heyecana sürüklendiğim zamanlar az mı? Her bağlam üzerinden değerlendirirsem, orada yaşanacaklar bittiğinde geriye dönüp bakmayı alışkanlık haline getirmeye çalışıyorum. İlk yarının bitmeye yaklaşması bunda etken oldu. Artık yaklaşımlarım tepkisel değil, daha telaşsız, ama daha sezgisel. Aslında sanki bu yüzden daha da açık görülü. İnsan sezgilerine güvenip onların yol göstermesi ile hareket ettikçe güçlendiyor; buna iyice ikna oldum.
Aslından belki de yaşam, içimizden gelen sesi dinleyerek yol almamıza odaklı kurgulanmıştır. O kadar çok dış ses var ve biz onlara öylesine kulak kabartıyoruz ki, iç sesimiz cılız bir fısıltıdan ileri gidemiyor. O zavallı sesin halini gözümün önüne getiriyorum. Çırpınıyor; “Bu yolu seç, diğerinde ayak diremenin bir anlamı yok. Hem sonunda üzüleceksin” ya da “Onca yollardan geçip aynı noktaya geleceksin ve buna çok mutlu olacaksın. Zaman kaybetmeni istemiyorum; en baştan şöyle yapsan keşke” diyerek. Ama duyuramıyor kendisini. Çünkü “Saçmalama, bunlar boş işler” “Mutlaka şunu yapmalısın” “Kim istemez böyle yüksek maaşlı bir işi?” “Aslında sen de bunu istiyorsun, göreceksin bak nasıl imrenecek insanlar sana” “Senin buna yeteneğin yok ki?” diyenlerin sesleri daha gür çıkıyor. Fısıltı sönüp gidiyor. Haklı çıktığında “ben sana anlatmaya çalışmıştım,” dediği de duyulmuyor. Belki içimizde belli belirsiz bir pişmanlık olarak ancak kendisini hissettirebiliyor.
Sezgilere güvenmek, çıkardığım bir ders ise diğeri kendimle açık açık konuşmak. İnsanların çoğu sakince durup sessizlikte içlerini dinleyip “ben ne istiyorum?” diye kendilerine sormuyorlar. İkinci yarının başlarında gördüğüm bir gerçek de şu: İnsan, ne istediğini net bir tümce halinde, hatta yüksek sesle, kendisine söylemeli. İşte o zaman, bu isteğin gerçek olması için hangi yollardan gidilmesi gerektiği, hangi adımların atılacağı görünür oluyor. Çünkü artık karşımızda duran, bizim seçtiğimiz, varmak istediğimizi bildiğimiz somut bir hedef; sese, sözcüğe bürünmüş. Algımız onun için açıldı. Önceki deneyimlerimizin de katkısıyla karşımıza çıkan engellerin nasıl aşılacağını, kararlılıkla uğraşmaya nasıl devam edeceğimizi, bu uğurda çabalamaktan umutsuzluk ya da maymun iştahlılık nedeniyle vazgeçmememiz gerektiğini bileceğiz. Gerisi kendiliğinden gelmez mi? Pek çok konuda olduğu gibi bunların farkına varmanın yolu, hem gönül gözünü açmak hem de ilk yarıyı hakkını vererek tamamlamaktan geçiyor.
Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği Denizli Şubesi’nde gençlerimize yönelik gerçekleştirdiğim bir anlatıda bu tema üzerinden yaşam nakışımın ön yüzünü anlatmışım. Her fırsatta anılarımı anlatmanın başka bir işlevi daha olduğunu sonradan fark ettim: Hayalden gerçeğe geleceğimi şekillendirirken neler yaptığımı aynı nakışın arka yüzüne bakarak görebildiğimi, iplerin birbirine bağlanış şeklini kavramaya çalışırken öğrendiğimi. Bu etkinliğin kaydını aşağıdaki youtube videoları olarak bu yazıya eklemek istedim. Belki okuyanlardan bazıları merak eder ve orada bir saat kadar süreye sığdırdığım anekdotlarımı, yaşam derslerimi dinleyip kendisine uyan kısmını almayı isteyen olur.
Büyük resme bakınca görüyorum ki yaşam nakışımın arka yüzündeki düğümler, benim için İskender’in kılıcı olmuş. Özgürleştiren… Öte yandan yaşama sıkı sıkı bağlayan…
©Göksel Altınışık Ergur
yayınlanma tarihi: 30.5.2018
https://www.youtube.com/watch?v=Su1SmOXQw9A
https://www.youtube.com/watch?v=E0htrPsW2jk
https://www.youtube.com/watch?v=tvagGBSVM0w&t=704s
Sizinde belirttiğiniz gibi insan aslında ne istediğini zaman içinde kendisine sormalı. Ben sizin konuşmanızı dinlediğim o gün aslında ne istediğimi biliyordum fakat kendime bunu sesli bir şekilde söyleyemiyordum. Ben o gün asıl istediğimi sizin ağzınızdan duyunca kendime geldim. Evet dedim doğru yoldayım. Gurur duydum. Sizin gibi ileri görüşlü , mütevazi ve başarılı birinden çıkan her söz bana ders niteliğinde oldu ve olmaya devam edecek.
Sevgili Göksel’imiz,
Merhaba.
Hoş görmeni dilerim ki Schopenhauer'ın sözüyle başladığın son yazının “Ortasındayım ömrün” başlığında hata var bence. Çünkü Yazar H. Ertuğrul Akbay, “Yaş 75, Yolun Yarısı” diyor ve ben de ona inanıyorum. O halde sen hâlâ ilk yarıdasın ve ömrün ortasına gelmene daha çok var.
Yazının genelde felsefi karakterini başarılı hekimlik kariyerinin üzerine aldığın sosyoloji eğitimine bağlıyorum, bu bağlamda toplum ve insanın etkileşimi üzerindeki çalışmalarda da başarılı olacağını görüyorum.
Yazının sonunda sunularının video kayıtlarını ekleyerek paylaşman da çok iyi olmuş. Seni izleyenler ve yazılarını okuyanlar, paylaştıklarından alacakları derslerle yüceleşeceklerdir inşallah…
Sevgi, sağlık ve mutlulukla…
🙂 🙂 🙂
Kıymetli Göksel Hocam,
Ortaokul'da birkaç yıl iş teknik dersinde biçki, dikiş ve nakış dersi aldık. Keşke ta o zamanlardan oyalara az buçuk felsefe işleyebilseydik. Örgüde kaçan ilmeklerin çekilmesini öğrenirken zihinler iple ve tığla uğraştı sadece. Ancak o "daha öğretici" olan taraf uzun yıllar sonra görünür olmaya başladı… Kaleminiz izi sonsuzluğa ulaşsın. İyi ki yazıyorsunuz. Teşekkürler. Saygılarımla
Bilenciğim, o öğretici tarafı erken görenlerdensin.. İkisinin güzelliğini bir arada yaşayanlardan… Teşekkürler; ilgin ve yorumun için…
Babacığım, güzel görüşleriniz en büyük destekçim… Her zaman yanımdasınız.
Ne kadar mutlu oldum bu yorumuna….Güzel kalpli, Itırım…