Kongre konuşmasının izi

Bir konu, bir konuşma, bir konuşmacı 


Uzun yıllardır akademik hayatın içindeyim. Asistanlığımın üçüncü ayında ilk yurt dışı kongreme katıldığımı söylesem yeterli olur sanırım. Sonrasında da çalışmalar yaparak sunum için katıldığım bir çok kongrede oturumlara düzenli olarak girmeyi sürdürdüm. Bir çeşit takıntı. Boş geçirdiğim saat olsa huzursuz olacağımı bildiğimden paşa paşa girdim toplantılara. İlgimi çeken konular arasından seçtim ve özellikle konuşma yapma tarzını beğendiğim konuşmacıları istikrarlı bir biçimde takip ettim. Çok şey öğrendim ve ben de zaman zaman öğretebilme şansı yakaladım. Bu konuda doyum yaşayan şanslı akademisyenler arasında olduğumu söyleyebilirim.

Amerika kongresinin ikinci günü. Şu anda oturumlar var, konularına baktığımda çok fazla ilgimi çekmediklerini gördüm. Çok önemsediğim bir toplantıya katıldıktan sonra otel odama geldim. Bu toplantıdan hemen önce gittiğim bir oturumu anlatmak için. Anlatma işi beklerdi diyeceksiniz, öyle olmuyor işte. Duygu çok yoğunsa rahat vermiyor. İlla içinden çıkarması gerekiyor insanın. Sözlü olarak yapabilirdim. Halimi gören bazı dostlar merak etti, ama onlara anlatmadım. “Yazacağım, sürprizi kaçmasın,” dedim. Kendimi bilgisayarın başına zor attım. Acele etmemin nedeni var. Yazmayı seçmem ile aynı neden. Beni çok etkileyen bir olayı asla unutmam, diyorum. Aradan zaman geçiyor, bir de bakmışım ki unutmuşum. Olayı unutmak bir yana, yüreğimi yerinden çıkacakmış gibi hissettiren o duygunun yerinde yeller esiyor. Anıyı bölük pörçük bir süre taşıyor bellek, ama duyguyu depolayan bir yer yok; en azından benim gördüğüm kadarıyla. Yazınca kayıt altına alıyorum, mumyalıyorum sanki. Sonra okurken duygusu bana yeniden geçiyor. Yazılarımla duyguyu geçirebildiğimi söyleyenleri bu nedenle çok iyi anlayabiliyorum. 

Sabah oturumlarına bakarken Göğüs Hastalıkları uzmanlığı ile ilişikli bir çok konu arasından seçim yapamadım. Sayfalar üzerinde ilerlerken gireceğim oturumun bana kendisini beğendirmesini bekliyordum. Hiçbirine gitmesem rahat edemeyeceğimi bildiğimden mutlaka bir tanesini seçmeliydim. Belki de o beni seçmeliydi. Öyle oldu gibi. “Tıpta Üstbiliş: Öğretme, öğrenme ve hasta bakımını iyileştirmede zihin nasıl çalışır?” Evet, toplantının başlığı buydu. Aslında mesleğimle ilgisiz diyemem. Hem akademisyen olarak eğitim ile yakından ilgilendiğim için hem aynı zamanda bir sosyal bilimci olduğum için benimle bağlantılı bir konuydu.

Toplantı çok güzeldi. Hem de bütün konuşmalar. Çok şey öğrendim ya da bildiklerimin altını çizdim. Bunlardan söz etmeyeceğim. Son konuşmacıyı ve onun konuşmasını anlatmak için bu yazının başına oturdum. Bu konuşmanın başlığı, daha “hangi toplantıya girsem” araştırması yaptığım sırada, program kitapçığını incelerken dikkatimi çekmişti: “Hasta bakış açısı: Doktorlar ne öğrettiler-ben ne öğrendim” Dikkat çekici, değil mi?

Tıbbi toplantılarda hasta bakış açısı konusu uzun zamandır ilgimi çekiyor. Epeyce önce bir toplantıda yer verildiğini ilk gördüğümde beni rahatsız eden yönü nedeniyle bu konu üzerinde çok düşündüm. Olmalı mı sorusunu hiç sormadım, hastalıkla ilgili her konunun temelinde hasta, yani bir insan olduğuna göre koyduğumuz tanının onun yaşamını, duygularını nasıl etkilediğiyle de mutlaka ilgilenmeliyiz. Bu kısım kafamda net. Ben, “iyi ama, en doğru nasıl yapılabilir?” sorusunun yanıtını bulmanın peşindeydim. Sözünü ettiğim o ilk örnekte, konuşmacılar arasında bir de hasta bulunduğu dinleyicilere, daha kötüsü diğer konuşmacılara açıklanmamıştı. Hastanın konuşması da en sona konmuştu. Tedavi şansı kısıtlı, ölümcül bir hastalıktan, doktor konuşmacı ve doktor dinleyiciler filtresiz bir şekilde söz ettikten sonra kürsüye çıkan hasta “Sanırım sizlerin söz ettiği hastalık benimki değil, benim tedavim iyi gidiyor,” dediğinden donduk kaldık. En azından ben öyle olduğumu biliyorum. Bir gün böyle bir toplantı düzenlersem, hastanın oradaki varlığının önceden duyurulması ve olasıysa ilk konuşmacı olarak dinlenip sonrasında kalması doğru olmayacaksa bunun da uygun şekilde hastaya söylenmesi gerektiği dersini çıkardım. Bunu başkalarına da anlattım, kimse yapmasın diye. Konuyu konuştuğum bir meslektaşım, kendisinin de hastanın konuşmacılardan biri olduğu toplantılara denk geldiğini ama onlarda da hastanın toplantı salonunda bulunan, konuşması için kendisini çağıran doktoruna duyduğu minnet ile onu övmekten, daha önce gittiği doktorları yermekten başka bir işlevi olmadığını söylediğinde ben ikinci notu almıştım. Çağrılacak hastanın seçiminin önemli olduğu, daha önemlisinin ondan beklentinin ne olduğu ve ne olmadığının net bir şekilde anlatılması gerektiğini yazdım aklımın kenarına.

Sonra bir hastamın yazdığı şiirler onun ölümünden sonra annesi tarafından bana getirildi. Genç bir kızın, hastalıkla mücadelesi sırasında ruhunu iyileştirmek için yazdıklarıydı. Ortaokuldan sonra okumamıştı, şair değildi, daha önce yazmayı hiç denememişti. Ama ben iyileştirici gücüne inandığım için ona önerdiğimde aklına yatmış olacak ki yazmıştı. Sürpriz yapmak için de bunu bana söylememişti. Dokuz gün daha yaşasa doğum günümde hediyesi ile birlikte bana göstermeyi tasarladığı defter, annesi aracılığı ile bir vasiyete dönüşmüştü: “Bu şiirlerin işe yaramasını sağla, doktor hanım.” Bir sunum haline getirdim. Tıp öğrencilerine, doktorlara, lise öğrencilerine, internet sunumunda izlemek isteyen insanlara sundum. Hasta bakış açısını veriyordu; tanı almaktan sonra değişen, kâh kâbusa dönen ve kâh akışını bulan yaşamı anlatıyordu, umudun ve umutsuzluğun nasıl birbirinin yerine geçmek için yarıştığını ve o an için elimizde olanların değerini bilmeyi çok da güzel gösteriyordu. Uğraştığımızın insan olduğunu unutmamız gerektiğini doktor adaylarına ve doktorlara, yaşamın anlamını kaybetmememiz gerektiğini insanlara anlatmak için çok güzel bir şanstı. Şiir yazan doktorun şiir yazan hastası, o şiirlerin doktora geri dönmesi, onun bunları başkalarına aktarabilecek bir konumda olması, üstelik değerini bilmesi… Hepsinin bir araya gelmesi mucize gibi, değil mi? Sonra o şiirleri İngilizceye çevirip bir uluslararası toplantı için başvuru yaparken, istenirse hasta bakış açısını veren bu sunumu yapabileceğimi belirttim. Kabul edildi, sundum. Geri dönüşler beni çok etkiledi. Teşekkür ediyordu alanında tıbbi gelişmelere yön veren bilim insanları. Bizi bilimin bulutlar üzerindeki yerinden yer yüzüne, insanın ve onun duygusunun yanına indirdiğin için teşekkürler, diyerek. Bir başkası; kim için, ona ne vaat etmek için çalıştığımız gerçeğine gözümüzü açtığın için teşekkürler, diyordu. Doğruya yaklaştığımı hissediyordum, ama bu yaptığımı hastanın kendisinin yapmasının yerini tutmadığının da farkında olarak. İşte, bugün taşlar yerine oturdu.

Öğretme, öğrenme ve hasta bakımı ile ilgili bir oturumda, son konuşmacı için programda, hasta bakış açısını anlatacağı yazıyordu. Bakalım onlar nasıl yapmıştı? En doğrusunu bulabilecek miydim, yoksa yapılmayacaklar listesine yeni bir not mu ekleyecektim? Konuşmacıyı sunan kişi onun adını söylerken “doktor” deyince ve çalıştığı yoğun bakım ünitesinin adını söyleyince hayal kırıklığı hissettim. Ancak bir an sürdü. Ardından o yoğun bakımda hasta olarak da bulunması nedeniyle bu konuşmayı yapacağı söylendiğinde ben yatıştım. Aynı anda merakım zirve yapmıştı. Yani yatışmış sayılmam. Bütün konuşmayı içimdeki bu heyecan, coşku, hayranlıkla dinledim.

Hasta-hekim karşılaşması için neler düşündüğümü, o ortamda iki tarafın da güven duymasının, kendisini rahat hissetmesinin tanı koymak ve tedaviyi başarı ile yapabilmek için zorunlu olduğuna ilişkin inancımı bu konuyu konuştuğum herkes bilir. Konuşmacı bunu iklim oluşturmak olarak adlandırdı. İletişim becerilerini önemseyip bunu yaşama geçirmeye çalışan biri olarak konuşma boyunca önümde daha çok yol olduğunu gördüm. Dersler çıkardım. Hem hastalarımda hem öğrencilerimde, asistanlarımda aradaki ilişkinin insani boyutunu önemsiyorum. Karşımdaki kişinin beklentilerini öğrenirken, ben de onu beklentilerimden haberdar ediyorum. İktidar ilişkisi kuracak en küçük bir yaklaşımdan, simgeden, sözden özellikle kaçınıyorum. Bunlarla ilgili kısmı dinlerken kendimi kutladım. Hastalık dışında karşımızdaki kişinin insan yönüne ilişkin de bilgiler edinmek önemliydi ya konuşmacı hastasının çaldığı müzik aleti olup olmadığı, bahçe ile ilgilenmekten hoşlanıyorsa bunu ve benzerlerini öğrenmenin öneminden, hatta kendimize ait insanca konulardan söz etmemizin bu iklimi oluşturmakta rolünden söz edince bunları aklıma not ettim. Hastaya açıklamalar yapmanın önemine inanır ve bunu kendimce yıllar içinde geliştirdiğim biçimde yaparken konuşmacının kendi doktorlarından bu konuşmalar sırasında ses kaydı yapmak istediğini, bazısının huzursuz olurken bazısının kolayca kabul ettiğini söylemesi beni şaşırttı. Üzerinde kuşkuyla düşünmeme yol açtı. Ancak bunu neden istediğini çok güzel açıkladığında ikna olmamak olanaksızdı. O sırada çok heyecanlı ve kaygılı olabildiğini, sonra eve gidince bu konuşmaları tekrar tekrar dinleyerek yapması ve yapmaması gerekenleri daha iyi anladığını söyledi. Bana akla yatkın geldi. Hastalarım için bu seçeneği sunmaya karar verdim. Bazen “o kadar söyledim, nasıl oluyor da tam tersini yapabilmiş” diye şaşırdığımız oluyor ya da “size o ilacı bırakmanızı söylemiştim, oysa siz almaya devam etmişsiniz” diye kızıyoruz. Hekimin iki dudağının arasından çıkacak sözlere, bunların neler olabileceğine ilişkin kaygı düzeyi yüksek beklentilerinin etkisi altında kulak kabartan hasta ve hasta yakınları için, bu anlattıklarımız daha sakin zamanlarında dinlediklerinde daha kolay anlaşılabilir olabilir. Dediğim gibi, ilk fırsatta deneyeceğim. İşimi etik ve yetkin yapmaya özen gösterdiğime göre bunun benim için bir tehdit olma riski çok düşük. Üstelik, belki de hukuki anlamda koruyan bir işlevi bile olabilir. İyice düşünüp bir düzenleme yapmam gerek. Aklımın bir yerine not ettim. 

Hastalara ne anlattığımız, ne anlatmamız gerektiği konusunda da konuşmacının kocası ile yaşadığı bir deneyim güzel bir örnek oldu. Böbrek taşı nedeniyle birkaç kez acil servise giden hastaya oradaki doktor, karısının yani bizim konuşmacımızın yanında, hastalığı ile ilgili ne yapması gerektiğini söylemiş. Hatta üç kez yinelemiş: Bol sıvı almasını, zorunlu kalmadıkça ağrı kesici kullanmamasını ve bir ürolağa gitmesini. Acilden çıktıktan sonra, nükleer fizikçi olan kocasının plan nedir diye sormasını şaşkınlıkla karşılamış konuşmacımız. Üç kez yineledi nasıl bilmiyorsun, şunlar şunlar diye doktorun önerilerini sıralayan karısına, iyi ama ben neden bu taş oluştu, neden benim başıma geldi, yaşamımı nasıl etkileyecek, sorularının yanıtını merak ediyorum, demiş hasta. İşte o zaman durum anlaşıldı. Hastanın merak ettikleri, kafasına takılan sorular aydınlatılmayıp yalnızca tedavi planı, o da direktifler şeklinde verilince işe yaramıyor, havada kalıyordu. Hastanın beklentisine uygun olarak sorularını yanıtlamak, açıklamaları o yönde yapmak, daha sonrasında, iş birliği yapmasını istediğimiz noktada hastanın bizi iyi anlamış olmasını sağlayacağı gibi bu tedavimizin başarısını da getirecektir. Bunu da not ettim.

En sonda bir yöntem önererek konuşmasını  bitirdi. Sor-Söyle-Sor. Hastaya neyi, nasıl yaptığını sor-ona neye ihtiyacın olduğunu söyle-hastaya ne duyduğunu, ne yapacağını, sorusu olup olmadığını sor.

Konuşma boyunca beni en çok çeken konuşmacının tavrıydı. İçten, sakin, yaşadıklarından öğrenmiş ve öğrendiklerini paylaşmak için hevesli, bir o kadar da net tavrından söz ediyorum. Elle tutulabilir kadar somutlaşmış, anlattıklarını içselleştirdiğini gösteren tavrından. Hastalığının en ağır olduğu dönemde yaşadığı zorlukları, duygusal değil de duygulu bir şekilde anlatırken biraz hüzünlü, biraz kırılgan halini sezdiğimde, oradan güçlenmiş olarak çıktığını gözlerinde gördüğümde içimde ona karşı bir yakınlık hissettim. Yıllardır tanıyormuşum, o anlarında yanında olamadığım için üzülmüşüm, şimdi atlattığını görmekten büyük mutluluk duymuşum gibi. Konuşması bittiğinde salondan güçlü bir alkış koptu. Duygularımda yalnız olmadığımı fark ettim. Herkesle birlikte ayağa kalktım. Onlar değişik yönlere yönelmişken ben son konuşmacının yanına gittim. Konuşması için kutladım. Konu hakkında biraz konuştuk. Bunları söylemek için yanına gitmemden dolayı minnettar olduğunu söyledi. Birbirimize sarıldık. Yanından ayrıldım.

Biraz önce konuşmacının adını internette taradım. Bulduğum eposta adresine iki üç tümce yazdım. Otomatik bir yanıt geldi. Kongre için ofisinde olmadığından yanıtlama süresinin uzayabileceğini belirtiyordu. Kendinize ve başkalarına iyi davranın, diye bitiyordu mesaj. İçimde hissettiğim yakınlığın boşuna olmadığını anladım. 

Bakalım gerçek yanıt gelecek mi? Her karşılaşmanın bir nedeni olduğuna inanırım ben, bunun ikimiz için bir nedeni olmalı. Belki okuyanlardan bazıları için de. Yaşayalım ve görelim.  

©Göksel Altınışık Ergur

yayınlanma tarihi: 21.5.2018
     

6 thoughts on “Kongre konuşmasının izi”

  1. Sor-söyle-sor yöntemi aslında bircok alanda uygulanması gereken birşey. Insan aklindaki soru isaretleriyle mücadele ederken , onlarin cevaplarını düşünürken biraz ortamdan soyutlar kendisini. Hasta-hemsire iliskisi olarak düşününce de aslında ne kadar mantıklı ne kadar güzel bir yöntem olduğunu öğrendim sayenizde. İlerde bende bir hemsire olarak hastalara bu yaklaşımla yaklaşacağımı gururla söyleyebilirim.
    Teşekkür ederim ?

  2. Sevgili Göksel,
    Merhaba.
    Günceni kendim okuduktan sonra Annen ve Fatma’ya da okudum. Çok beğendik.
    Yazılarının tiryakisi olunca doktorun reçetede 1×1 yazdığı terapi gibi bekleniyor haliyle. Onun için teşekkürler. İyi geldi. Ne dersin bilmem, ama güncelerin öykü ve şiirlerini geçecek gibi…
    Bu yazında hasta bakış açısı konusuna vurgu yapman meslektaşlarına önemli bir uyarı ve mesaj olarak harika olmuş bence. Umarım ve dilerim ki tüm doktor adayları ve doktorlar, hastalarının insan olduğunu asla unutmamaları gerektiğini akıllarından hiç çıkarmazlar. Tabiiki hastalar da kendileri ile ilgilenen doktor adayları ve doktorların, diğer sağlık personelinin insan olduklarını unutmamalılar. Esasen tüm insanlar birbirleriyle iletişimlerinde fikirleri, görüşleri, yaşantıları farklı olsa da birlikte yaşamayı becerebilen iyi insanlar karakteristiklerine sahip olmaya ve onları korumaya özen göstermeleri gerektiğini unutmamalılar. Yazında bu mesaj çok iyi anlatılmış. Etkilendiğin konuşmacının önerdiği “Sor-Söyle-Sor” yöntemi de harika; her iletişimde uygulanabilir bence ve de uygulanmalı…
    Son olarak; “Kendinize ve başkalarına iyi davranın” mesajı da harika. Uygulasak dostlarımız anlarlar mı acaba? Bence anlasınlar; biz uygulayalım. Ama senin başkalarına iyi davrandığını bildiğimiz için standardımızı kullanalım; “Kendine iyi bak” diyelim…
    “Yaşayalım ve görelim.”
    Sevgilerimizle…
    🙂 🙂 🙂

  3. “İYİ İNSAN

    İyi insan gülen ve güldürendir
    Kin ve nefreti içinde söndürendir
    Kederi kısaltıp sonunu görendir
    İyilik edip, iyilik sevendir

    İyi insan kendini yeniler
    Başkalarını destekler
    Altını üstünü görür, hırsını yener
    İyilik edip, iyilik verendir

    İyi insan daima öğrenir ve öğretir
    Herkesi bağışlar, kusurları örtendir
    Kusurlarını görüp düzeltendir
    İyilik edip, iyilik görendir

    İyi insan ayırmadan herkesi kabul eder
    Kimseyi dışlamaz, herkesi sever
    Tutarlıdır sorunları sabırla savar
    İyilik edip, iyilik serendir

    İyi insan öfkeden korkar, kaçar
    Beklenmedik olaylara hazır, bilgece yaşar
    Kırılmaz, küsmez herkes buna şaşar
    İyilik edip, iyiliği hak edendir…"
    NURAY ÜLKER

Leave a Comment

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir