Yine bir öğlen arası… İzolasyon gereği kalabalıklar yasak, bir şeyler atıştırmaya en uygun yer odam. Daha önce hastalarıma baktığım, hikâyelerini dinlediğim, o hikâyelerin bir parçası olduğum yer. Birçok öykünün de ilhamını bana veren bu paylaşımları özlüyorum.
Uzun uzun hastalık öyküsü almayı, bu sırada sosyal ve psikolojik olanı dışarıda bırakmadan insanca ve hekimce bağlantılar kurduğum anları özlüyorum. Koruyucu giysiler, maskeler, siperlikler ardından hastalarımla konuşurken, bunu kısa tutmamın önemini söylüyor, onlara açıklamalar yapıyorum. Kendinizi korumalısınız, diyorlar, siz bize lazımsınız… Belli bulgulara göre hastalığın tanısını koyuyor, etkili olduğu kesin olarak gösterilememiş ama yararlı olduğu düşünülen ilaçları uygulayarak belki de vücuda hastalıkla başa çıkması için zaman ve biraz destek sağlıyoruz. Tanı için karmaşık ve zorlu süreçlerimiz yok. Bütün dünyada uygulanan ve ilk kez karşılaşılan bir virüs söz konusu olduğundan el yordamıyla ilerlenen teşhis ve tedavi yöntemlerimiz var. Kısa aralarla güncellenen rehberlerle hemen hepimiz aynı şeyleri yapıyoruz. Bunların çoğu, Tıp fakültesinden mezun olmuş herkesin benzer düzeyde yapabileceği, özel bir uzmanlık gerektirmeyen işler. Yılların deneyimi, belki “klinik sezgi” denebilecek düzeyde nüanslar oluşturuyor. Onca zaman uzmanlaşmak, daha da alt uzmanlaşmak diye didinilmişken birden hepsinin anlamını yitirdiği, herkesin mücadelenin bir yerinden destek vermesinin zorunlu olduğu bir düzenlemenin içinde bulduk kendimizi. Bütün hekimlik pratiği değişti. Aslında yaşam değişti; o değişmiş, çok mu?
Bir gün yine eski günlere döneceğimize ilişkin umudum var. Hem de çok güçlü… Eski derken, hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağının bilincindeyim. Dil alışkanlığı… Bu zamanlardan çıkarılmış derslerle, yaşamı yeniden inşa edebileceğimizi umuyorum. Umut, sonu değiştirmeyebilir, ama ona dek geçen süreci nasıl yaşayacağımızı değiştirecektir.
Değişen hekimlik pratiğimiz ve yaşamımız üzerine düşündüklerimden söz edeyim.
Salgın nedeniyle kendimizi korumamız bireysel nedenler dışında da önemli. Mesai arkadaşlarım birbirimize sürekli “Koru kendini, iyi bak. Aman hastalanma. Sen yoksan bir eksiğiz!” diyoruz. Bunun ne demek olduğunu iliklerimizde hissederek… Savaştan çekilmek zorunda kalan her sağlıkçı, geride kalanların iş yükünün artmasına, dayanma sınırlarının aşılmasına, hastalanma risklerinin şimdikinden fazla olmasına yol açacak. Bunun için branşın ne olduğu önemli değil, her branştan arkadaşlarımızı yanımızda görmek istiyoruz, diyoruz. Ne kadar güçlü bir set çekersek, pandeminin savunma hattımızı geçmesi o kadar zor olacak. Durdurabileceğiz, hepimiz için, herkes için… Benim, herkes üzerine düşeni yaparsa bunu başaracağımıza dair umudum var.
Virüs, daha çok sosyoekonomik sınıfı açısından dezavantajlı kesimi etkiliyor. Çünkü çalışmak zorunda olanların; kalabalık iş yerlerinde ve daha az korunarak çalışanların; işlerine toplu taşım araçlarıyla ve en kalabalık saatlerde gitmek zorunda olanların; küçük evlerde kalabalık yaşayan, kişisel korunma ekipmanı diye anılan en temel araçlara erişme şansı düşük olanların; beslenme, uyku, stresten uzak olmak gibi beden direncini yükseltecek temel gereksinimi karşılamaktan daha uzak yaşam biçimleri olanların o kesimde daha çok olduğunu biliyoruz. Hastalandıklarında hemen sağlık kuruluşuna gitmek yerine çalışmaya devam etmek zorunda hissettiklerini, ev geçindirdikleri için bu sorumluluğu kendi sağlıklarını hiçe sayma pahasına üstlenerek aslında hastalığı en yakınlarına yaydıklarını tahmin ediyoruz. Bu süreçte, toplumsal eşitsizliklerin sağlıkta da eşitsizlik yarattığı, bunun aslında toplumun tamamının sağlığını da olumsuz etkilediğinin farkına varılacağına dair umudum var. Geçim derdi olan, kendini ve ailesini güvence altına alınmış hissetmeyenlere, şunu yap, bunu yapma demek kolay, bunu sağlamak zor. Bireysel çabalarımız yanında sosyal devletin devreye girip alacağı önlemler bunlar. Bana en azından anımsatmak, bir yerde yine not düşmek düşüyor. Duyulur, benim gibi söyleyen yazanların vurguladıkları duyulur, zaten bilindiğine emin olduğum bu önlemlerin bir an önce alınması için adım atılır diye umuyorum.
Öte yandan sosyoekonomik açıdan refah sınıfında olanlar da hastalanıyor. Ne kadar çok kaynağı olsa da ağır seyreden hastalığı durdurmaya bazen hiçbir çaba, maddi kaynak yetmiyor. Kapitalizmin en büyük yenilgisi belki de bu salgın. Üretim yaparken doğayı düşünmeden kurgulanmış sistemler, atıklarıyla doğayı kirleten endüstri, termik santraller, daha çok ve lüks arabalarla kirletilen havamız bin yıllardır kendini korumaya çalışan doğanın bize bir kez daha “Dur!” demesine yol açmış olabilir mi? Doğada yer alan bir virüs, mutasyon geçirip hepimizi böylesine savurabildiğine göre üzerinde düşünmeye değer. Bir çok mega kentte hava kirliliğinin çok düşük düzeylere inmesi, yıllardır unutulmuş kuş seslerinin duyulmaya başlaması, şu bahar günlerinde doğanın bize aldırmadan canlanmaya başlaması ve bizim ondan mahrum kalmamız bana bunun bir uyarı, hem de ciddi bir uyarı, olabileceğini düşündürüyor. Farkına varanların artacağını, doğayı yaşam evrenimiz olarak görmeye ve onu korumaya yönelik düzenlemelerin yapılacağına dair de umudum var.
Bütün bunlar, topyekûn toplumun sağlığını olumsuz ediyor, çünkü salgını durdurmakta zorlanıyoruz. Süre uzadıkça ekonomik, toplumsal ve psikolojik zararları da katlanarak artacak… Yeni hastaları erkenden saptamak, onları tedavi ve diğer insanlardan izole edebilmek, yeni hasta oluşmasını önlemek mücadelemizin en önemli kısmı… Bunun yanında birçok etmeni göz özünde bulundurmalı ve durup kendimize gelmek, geleceğimiz için daha farklı ve doğayla, yaşamla ve insanla dost bir düzene ihtiyacımız olduğunu görmeliyiz. Pandemi, dünya çapında salgın olduğuna göre bu uyarı bütün dünyaya. Kurtulmak için el birliği yapmalıyız. Yazının başından beri söylediğim gibi, bu umudu da taşıyorum. Biraz zorlansam da, zorluyorum bunun için kendimi. Çünkü yaşadıklarımın içindeki olumsuz olasılıklara ancak umutla direnebiliyorum.
Görünen o ki umut, bu mücadelenin her bileşeninde var. Adil, eşit, kardeşçe bir gelecekte kelimenin tam anlamıyla “insanca” var olabilmek için benim belki de tek dayanağım…
©Göksel Altınışık Ergur
Bizler de sizlerin yükünü hafifletmek için evimizin kaç adım olduğunu öğrendik
unuttuklarımızı hatırladık:
yoğurt yapıyoruz
ekmek
anne kurabiyesi yapıyoruz…..
dün “offf” dediğimiz günleri arıyoruz
Ama,umudumuz hep var.
“Yaşım 75
gönlüm25
Yaşımla gönlümü
edemedim eş…”
bu dizeler geliyor aklıma ve hayata daha çok asılıyorum çünkü hayallerim var.
Sağlıklar diliyorum?
Teşekkürler Sevgili Göksel.
Yüreğine ve emeğine sağlık.
Kendini koru ve diren.
Allah yardımcın ve koruyucun olsun inşallah…