Biriktikçe anlatmalı

Yola çıkmadan heybeye bakmalı; neler birikmiş diye

Yarın yine yolculuk zamanı. Amerika’ya ayaklarım geri geri gidiyordu ya şimdi tam tersi; bu sefer eteklerim zil çalıyor. Hiç canım istememişti, orada kongreye katılmak dışında başka hiçbir şey yapmadım. Dönüşte gördüğüm genç bir erkek hastam, randevu almak için aradığında Amerika’ya gittiğimi öğrenmiş ve bana “Nasıldı?” diye sordu. “Sevmedim, sevemiyorum ben,” dedim. Ne gerekçemi sordu ne de beni anlamaya çalıştı. Söylediği ile beni güldürdü, sonra da düşündürdü: “Keşke ben de bir gitsem de sevip sevmeyeceğimi anlayabilsem.” 
Aslında konusu açılmışken o hastamdan da söz etsem mi? İlk kez, tam 1,5 yıl önce görmüşüm. Bütün hastalarım için ayrıntılı dosya notu tutuyorum. O nedenle izlem daha kolay oluyor. hatta son birkaç yılda iyice abarttım. Her görüşümde, o günün dosya notunun altına o hastam özelinde planımı da yazıyorum. Tedavi yanıt vermezse ne yapacağım, tetkiklerini ne zaman yineleyeceğim, bir sonraki gelişinde özellikle neye bakacağım konularını belirtiyorum. Hem hastamın bilgilerine hakim olmam kolaylaşıyor hem de yeniden gelişine daha hızla odaklanabiliyorum. Bir başka doktora gideceği zaman da yararı oluyor. Başka merkezlerden danışılmak üzere gönderilen çok hastam var. Onların dosya notunu da veriyorum ve gönderen doktora iletmelerini söylüyorum. Bunlar zaman alıcı uğraşlar. Ama daha sonrası için zaman yönetimi sağlıyor, hastalarıma tanı ve tedavilerinde yarar sağlıyor. İyi hekimlik uygulamasının koşullarından biri olarak gördüğüm bu yaklaşımda kararlılıkla devam ediyorum. Bu mesaiye giderek daha erken başlamam ve daha geç saatlere dek kalmam anlamına gelse de fiziksel ve zihinsel gücüm buna yettiği sürece ilkemden taviz vermeye gerek görmüyorum. İzin vermediği zaman da seçeneğim belli; emekli olurum. Çalışma saatleri, adı üstünde, o zaman çalışmak gerekli.  Elbette, bunu gerçekleştirebileceğim sisteme sahip olmam çok önemli. Olmasaydım da bunun için direnirdim. Kendim için yapılmasını istediğimi insanlara yapmak ilkesinden hareket ediyorum. 
Gelelim hastama. Dosya notundan anımsadığıma göre, tam 1 yıl önce, 37 yaşındayken bana geldiğinde solunum sistemine ait bir yakınması olmadığını söylemiş. Asıl tanısı, dil kökü kanseri. Onun için ameliyat olmuş ve gerekli tedavileri almış. Vücut taramasında akciğerlerde kuşkulu bir bulgu olması üzerine danışılmak üzere bana gönderilmiş. Olduğundan daha genç gösteriyor. Buna neden olan ise uzattığı saçları, genç erkeklerde görmeye alıştığım kasketi, kılık kıyafeti ve taktığı maske sayesinde ameliyat izinin gözlerden saklanabilmesi. Sesi biraz çatallı olsa da bu, konuşmasına daha bir hava katıyor. Yok, bunu dosyasına yazmamışım. Yakın zamandaki yeniden görüşmemizde öyle düşündüm. Akciğerdeki bulgunun geçirilmiş enfeksiyonlarla ilgili olduğunu düşünmüşüm, mideye karın bölgesinden girilerek yerleştirilmiş bir ince borudan beslenmeye devam etmesini, ağızdan beslenmek için ameliyatı yapan ilgili doktorunun izlemesi gerektiğini, akciğer için altı ay sonra tomografi kontrolü ile karar verileceğini yazmışım. Tam altı ay sonra kontrolünü yapmışım. Yine sorun yokmuş. Yakınması olmadıkça gelmesine gerek olmadığını belirtmişim. Tam bir yıl sonra, yani bundan bir hafta önce, gelmesinin nedeni yeniden vücut taraması yapıldığında bana da kontrol olmak üzere gönderilmesiymiş. Böyle her defasında “tam” demem boşuna değil. Gelişlerinin gerrçekten de günü gününe olması nedeniyle. Randevu zamanına böylesi sadık olmak seyrek rastlanan bir durum olduğundan vurguluyorum. Yine solunum sistemine ilişkin bir yakınması yoktu. Tetkikleri incelediğimde de bir sorun olmadığını gördüm; bunları hem yazdım hem onlara anlattım. Onlar diyorum; ilk defasından beri hastamın yanında karısı vardı. 
Karısından, onunla ilgili gözlemlerimden söz etmek istiyorum. Güzel bir genç kadın. Manken olamayabilir belki, ama bence güzel. Yüzü sıcak ve bakışları sürekli olarak o anda olduğu için, kadın çok gerçek bir kere. Onu böylesi güzel yapan, bir duygu. Arayıp buldum: Şefkat. Çok aramam gerekmedi üstelik; o denli somut duruyordu ki karşımda. Bir duyguya somut yakıştırması yapmamın tuhaf geleceğinin farkındayım. Ne demek istediğimi anlamanız için görmeniz gerekir. Görseniz bana hak verirdiniz. O şefkat ki sevgiyle, iyiyi uman ama kötüye de hazır, kabullenmeye olmasa bile direnmeye kararlı bir sakinlikle, ne istediğini bilmekle, seçimleri ile barışık olmakla bütünleşmiş. Kaş, göz, elmacık kemiği, dudak kalınlığından söz etmediğim için fiziksel bir “güzel” gözünüzde belirmemiş olabilir. Bir kez bile böylesi güzellikle karşılaştıysanız o başka tabii. 
Daha önceki iki karşılaşmamızda hasta dosyasına not olarak düşmemişim. Ama karı koca arasındaki, saniyenin onda biri sürede geçen bir sahne birden bana o zamanlara ait izlenimlerimi taşıyıverdi. Sadece anımsamakla yetinmedim; onlara da söyledim. Usulünce… Epeydir söyleyip durduğum bir saptamam var: “Her şey söylenebilir, hatta söylenmelidir, ama üslup çok önemli.” Kendimce geliştirmeye çalıştığım bir üslubum var. Ayrıntısına şimdi girmeden en temel ilkeyi paylaşayım: Sen diliyle değil, bende uyandırdığı duygu ve düşünceyi, “peki, ben bunu nasıl duymayı yeğlerim” tornasından geçirerek karşımdakini aktarmak.
Hastama döndüm. Gözlerinin içine baktım. Karşılaşmamızdan beri, arkada fon yapan sakin gülümsememi biraz daha belirginleştirerek “Sizi bu sefer daha iyi gördüm. Sağlık anlamında da, ama daha çok dinginlik anlamında. Durumu kabullenmiş, yaşamı buna göre yeniden düzenlemiş, içindeki öfkeyi dönüştürmüş olduğunuzu hissettim. O zaman tanınız yeniydi ve olasılıkla kaygılarınız fazlaydı. En doğru yolu seçmişsiniz; bu bir mücadele ise ne kendinizi ne de başkalarını yıpratarak olmalı. Eşinize karşı tavrınız da beni ayrıca mutlu etti. O zaman ona karşı bir hınç hissettiğinizi düşünmüştüm. Öyle algılamış ve üzülmüştüm. Olur bazen. İnsanlar, özellikle sizin yaşadıklarınızı yaşayanlar, en yakınlarına karşı acımasız olabiliyorlar. Yaşadıklarında yalnız hissetmenin önüne geçememek ve belki en yakınındakine yaşattıkları için duydukları üzüntünün bilinç dışı bir yansıması buna neden oluyor. Şimdi ikinizin ilişkisinin de dengeye oturduğunu, onun size karşı şefkatine kendinizi bırakmayı seçtiğinizi görüyorum.” Bu bağlamda sözler ettim. Hastam inanmaz gözlerle bana baktı ve “Nasıl bir hafızanız var sizin, doktor hanım? Doğrusu çok etkilendim.” dedi. Sonra karısına döndü. Birbirlerine güzel baktılar. 
Hastam benim için taş boyayıp getireceğini söyledi. “Ne güzel,” dedim, “böyle uğraşlarınız olması.” Kendisinden memnun hafifçe dikleşti. Karısına sordum, “siz ne yapıyorsunuz?” diye. Kastettiğim işiydi. Onu da söyleşiye bir yerinden katmaktı amacım. Hastam atıldı: Bütün yetenekler bende toplanmış, onda hiç yok… İçimde bir küçük ip koptu. Dudaklarım aralandı. Vazgeçtim. İçimden, yalnızca kendime söyledim: “Demek tam denge için biraz daha zaman var. Küçük bir dokunuşun yararı olabilirdi, ama iyisi mi bir sonraki görüşmeye bırakayım. Boyanmış taşımı getirdiğinde…  Aman ha, bir yıl sonraki kontrolü beklemek gerekmesin?” Güldüm, içimden, kendime, kahkahalarla. “İyice işi gücü bıraktın, aile danışmanlığına da soyundun sonunda”   
Bırakayım şimdi bunları. Benim eteklerim zil çalıyor. Mesai saati bittikten sonra bir de blog yazma ekstra mesaisine kaldım. Gidip bavulumu hazırlayayım. Yarın sabah erkenden yolculuk… Girit’e gidiyorum diye çok mutluyum. Kırkyumurta bekle beni… Yeni anılar ve yeni yazılar da beklesin… Kongrede göreceğim dostlarım beni bekleyin. Eteklerim zil çala çala geliyorum hepinize. Sizin için çalıyor. Duyuyor musunuz?
Hastamın adı neydi? Sistemde telefonu vardır. İyi ki yazıyı hastanede yazmışım. Hemen bulayım. Yazı mesajla ona göndereyim. Bir sonraki görüşmeyi neden bekleyecekmişiz? Denge önemliyse, küçük dokunuşlar önemliyse; neden durayım?
Bu arada taşımın üzerinde ne olacağını seçebilir miyim acaba? Martılar olsun ve deniz… Martılardan en az birini karısı yapsın. O da bir yerden başlasın. 
Evet, evet iyi fikir; martılar hep benimle olsun…

©Göksel Altınışık Ergur
yayınlanma tarihi: 5.6.2018

4 thoughts on “Biriktikçe anlatmalı”

  1. Sevgili Göksel’imiz,
    Merhaba.
    Yazın yine genç hekimlere ders gibi: “Bütün hastaların için ayrıntılı dosya notu tutman, her görüşünde, o günün dosya notunun altına o hastan özelinde planını da yazman, tedavi yanıt vermezse ne yapacağın, tetkiklerini ne zaman yineleyeceğin, bir sonraki gelişinde özellikle neye bakacağın konularını belirtmen, başka merkezlerden danışılmak üzere gönderilen hastalarına dosya notunu da verip gönderen doktora iletmelerini söylemen…” ifade ettiğin gibi, İyi hekimlik uygulamasının koşullarından biri… Okuyacak hekimler için yararlı olacağını umuyorum, belki işini iyi yapmak ve bundan haz duymak isteyen her meslekten insan için de yararlı…
    Kişi tasvirlerin, fizik muayeneden sonra bir de ultrasonla bakmak gibi bir şey, harika yani…
    Bu arada aklıma geldi; yazılarının için yazın dünyasında bir kategori (tür) tanımlanmalı. Var da ben mi bilmiyorum acaba?
    Martılar yolculuklarında seninle olsun. Dostların, hastaların ve biz, kırk yumurta gibi yerimizde bekliyoruz…
    Sevgilerimiz, sağlık ve mutluluk dileklerimizle…
    🙂 🙂 🙂

Leave a Comment

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir