CORONICLE (Korona Notları) III- Yorgunluk atarken yaşam amacını anlamak

Öyle yorgun gidiyorum ki eve, kıpırdayacak gücüm olmuyor. Yine de bir gayretle kıyafetlerimi hiçbir yere değmeden çıkarıp güvenli şekilde kaldırıyor ve kendimi sabunun temizliğine bırakıyorum. Ne kadar yorgun olursam olayım tedbiri elden bırakmama gerektiğinin farkında olarak… En çok o zamanlarda insanın boş bulunarak risk alacağının bilinciyle…
Bugün kısa yazacağım. Öğlen arasında bir röportaj yapmam gerektiği için yazmaya zamanım kalmadı. Bu röportaj da Türk Toraks Derneği youtube kanalı için. Salgın döneminde insanları, son zamanda sağlıkçılar özelinde de meslektaşlarımı bilgilendirmek, uyarmak için çeşit çeşit videolar yapmayı öğrenmek zorunda kaldım. İlginç olan, ne zaman bir aksilik yaşasam onu aşmak için yeni bir teknik ayrıntıyı öğrenme olanağı bulmamdı. Benim kadar bilgisayar ve bilişimden uzak bir insan, bütünüyle bu işlerin ortasına düşüverdi. Pratik kazandım, hastanedeki iki işim arasında montajını hazırlıyor, diğer iki iş arası boşlukta youtube’a “dosyayı yükle” diyerek bir sonraki gelişime dek işlemin hazır olmasını sağlıyorum. Yürürken mesaj yazmayı, işleri öncelik sırasına sokmayı, olması gereken hiçbir işi dışarıda bırakmamayı öğrendim. Sorumluluk duygusuyla dört elle sarıldım. Bana bir katkısı da, üretmenin ve kalıcılık için bir şeyler yapmanın doyumu oldu. Ayakta kalmamı, güçlü hissetmemi sağlayan bir yönü var.
Dün akşam da işten gelince her zamanki sırada önlemleri alıp ev yaşamına hazır hale geldi. O noktada artık pilim bitmişti. Gün boyu COVID-19’dan başka şey girmeyen beyin hücrelerime bir ziyafet çekmeyi istedim. Opera olmazdı; çünkü kendimi 17 Nisan gecesi Metropolitan Opera’da izleyeceğim Madame Butterfly’a saklıyorum. Heyecanla onu bekliyorum. Benim ne aradığımı sezen eşimden geldi öneri: “Haldun Taner belgeselini izlemek ister misin?” Birden rahatladım, en çok ihtiyacım olanın böyle bir dinlenme seçeneği olduğunu hissediverdim. Yine sistem kuruluverdi ve karşı duvarı muhteşem görüntüler, arka plan müzikler ve anlatılar kapladı. İçimi hem huzur hem de çalkantı. Hatta hem hüzün hem de coşku. Türlü çeşit duygu da cabası… 
James Abbott McNeill Whistler adını bu belgeselin daha başında, Haldun Taner aktarımıyla duydum. Plastik sanatlar konusunda derin bir bilgi dağarcığım olmadığından olabilir. Haldun Taner, İngiliz kökenli portre ressamın bir sözünü alıntılamış. Modeline “Bana bir kere daha gülümseyin, sonra dünyaya ebediyen gülümseyeceksiniz” dediğini… Bu ifade, tek başına bile dikkatimi çekse de, edebiyata, hele de öyküye bağlanmış olması beni can evimden vurdu: “İyi hikaye işte budur, bir hayat kesitini ebedileştirmektir.” 
İşgal kuvvetlerinin Çanakkale’ye girdiği 16 Mart 1915 tarihinde dünyaya gelmiş olan Haldun Taner, 7 Mayıs 1986’da gözlerini hayata yumana dek ne çok olay yaşamış. Kolay mı Büyük Dünya Savaşı yıllarında ilk çocukluğu geçip savaş zorluklarını, sonrasında Kurtuluş mücadelemizin her aşamasını, Atatürk’ün devrimlerini, kurucu meclisi, Cumhuriyet’i, tek parti dönemini, okumak için hayallerle gittiği Almanya’da Nazi Almanyasının birçok aşamasını ve ardından tüberküloz hastalığına yakalanıp ülkeye dönmenin yıkımını, nekahet döneminde yazarlığı meslek seçme kararını, İkinci Dünya Savaşı’nı, Demokrat Parti yıllarını, bütün ihtilal ve darbeleri, “dingildek dengedeki iktidar çabaları”nı, ayrıntıda daha neleri neleri yaşamış. Belgeselin sonunda kendi ağzından, ona özgü ironiyle bunları sayıp “hayli ilginç panorama sunarak” kendisini, zihnini ve kalemini beslediği için hayata “ben doğum tarihim ve kuşağımdan memnunum” diyerek teşekkür edişini duymak bütünü boyunca beni etkisi altına alan anlatımda vurucu son noktayı koydu. 
Öyle ya, biz de yaşadığımız “curcunaya” onun bakış açısından bakabilsek neler kazanacağız. 
Söyleyerek başlıyorum: Ben de doğum tarihimden ve kuşağımdan memnunum. Bana sunduklarından yaşam dersleri devşire devşire yaşamaya devam edeceğim. Olan bitenin farkında olacağım, hatta onlardan besleneceğim. Son noktayı koyana kadar… 
Teşekkürler, Haldun Taner. Bu ve daha birçok aydınlık an için…
Ve Perde! Haldun Taner belgeseli izlemek için buraya tıklayınız.
© Göksel Altınışık Ergur
Yayınlanma tarihi: 16.04.2020


6 thoughts on “CORONICLE (Korona Notları) III- Yorgunluk atarken yaşam amacını anlamak”

  1. DR. İBRAHİM ORTAŞ, “MİZAH YAPMAK, SANAT YAPMAK, GÜNLÜK TUTMAK RUH SAĞLIĞI İÇİN EN BÜYÜK SİLAHTIR. FELAKET DÖNEMLERİNDE DUYGULARI KÂĞIT ÜZERİNDE DE OLSA YAZIYA DÖKEREK PAYLAŞMAK, SANAT YAPMAK, MİZAH YAPMAK EN BÜYÜK PANZEHİR OLACAKTIR.” DİYEREK GENÇLERE GÜNCE TUTMAYI ÖNERİYOR. SEVGİLİ GÖKSEL’İN GÜNCELERİNİ KEYİFLE OKUYORUZ VE ONUNLA GURUR DUYUYORUZ ELBETTE. AMA III. GÜNCESİNE “Öyle yorgun gidiyorum ki eve, kıpırdayacak gücüm olmuyor.” DİYE BAŞLAYINCA BABALIK DUYGUSUYLA ŞAHSIMIN, ANNELİK DUYGUSUYA SEVGİLİ EŞİM İLE BİRLİKTE ÜZÜLDÜĞÜMÜZÜ BELİRTEREK SONA YAZACAĞIM YORUMU BAŞA YAZAYIM DEDİM:
    Sevgili Göksel’imiz,
    Ne kadar yorgun olsan da tedbiri elden bırakmama gerektiğinin farkında ve en çok o zamanlarda insanın boş bulunarak risk alacağı bilincinde olman iyi. Salgın döneminde insanları, son zamanda sağlıkçılar özelinde de meslektaşlarını bilgilendirmek, uyarmak için çeşit çeşit videolar yapmayı öğrenmen de iyi. Bu bağlamda üretmenin ve kalıcılık için bir şeyler yapmanın doyumu ile ayakta kalıp, kendini güçlü hissetmen tesellimiz oldu. Pilinin bittiğini hissettiğin noktada beyin hücrelerine ziyafet çekme yolunu bulmak sana özgü bir yetenek olmalı, kutlarız. Sevgili eşinin ne aradığını sezmesi ve rahatlatması, “Tencere yuvarlanmış kapağını bulmuş” atasözünü anımsatıyor, öykü şöyle: Bir zamanlar Şenn adında çok zeki ve bilgili bir adam yaşamaktaydı. Bu adam bir gün kendisi gibi bilgin ve akıllı bir kız bulup evlenmek için atına atlayıp yola çıktı. Yolda bir adama rastladı. Adam köyüne gidiyordu. Şenn de adama katılıp birlikte yolculuk etmeye başladılar. Şenn adama sordu: “Ben mi seni yükleneyim, yoksa sen mi beni yüklenirsin?” Adam, “Bu nasıl söz? İkimiz de atlıyken birbirimizi nasıl yükleniriz?” diye yanıt verdi. Biraz ilerleyip köye yaklaştıklarında, Şenn biçilmiş ekinleri görünce tekrar sordu: “Bu ekinler yenmiş mi yenmemiş mi?” Adam iyice sinirlendi “Be cahil adam! Ekini saplarıyla görüyorsun da yenip yenmediğini mi soruyorsun?” Köye varınca da bir cenazeye rastladılar. Şenn yine sordu: “Bu tabutun içindeki ölü mü, yoksa diri mi?” Adam öfkeyle yüzünü çevirdi ve ”Senin gibi tuhaf ve cahil bir adam görmedim! ”diye çıkıştı. Adamcağız, sorularına bir anlam veremediği bu yol arkadaşını o gün evinde konuk etti. Evde Tabaka adında bir kızı vardı. Kız babasına konuğun kim olduğunu sordu. Adam da onun kendisine sorduğu aptalca soruları sıraladı ve pek tuhaf bir adam olduğunu söyledi. Fakat kız “Baba, o adam tuhaf değil” dedi. “Birinci sorusu, ‘Ben mi söze başlayayım sen mi?’ demektir. İkincisi, “Ekin sahipleri onun parasını yemişler mi acaba?’, üçüncüsü de, ‘Acaba bu ölü kendi adını yaşatacak evlat bırakmış mıdır?’ demektir. Bunun üzerine adam, Şenn’in yanına dönüp soruların yanıtını aktardı. Şenn ise, “Bu sözler senin değil. Sahibini açıklar mısın?” deyince, adam kendi kızı olduğunu söyledi. Şenn, “Ben işte böyle bir kız arıyordum” diyerek onunla evlenmek istedi. Anne babasının da rızasıyla Tabaka ile evlenen Şenn, kızı alıp ailesine götürdü. Çevre halkı da bu evlilik karşısında, “Vafeka şenn tabaka”, yani “Kap kapağına uygun düştü” dediler. Çünkü “Şenn” su kabı, “Tabaka” ise kapak anlamındadır. Türkçe’mizde ise bu söz, “Tencere yuvarlandı, kapağını buldu” atasözüne dönüşmüştür.
    DEVAM EDECEK…

  2. DEVAM…
    Cumhuriyet dönemi Türk edebiyatının önde gelen yazarlarından biri olan, Türkiye'de epik tiyatro türü ve kabare tiyatrosunun öncüsü öykü, tiyatro ve kabare yazarı, öğretim üyesi ve gazeteci Haldun Taner, beni en çok zamanında geometri öğretmeniyle çatışan ve “ileride bana Geometrinin ne yararı olacak ki?” diyen bir öğrenci haberleri üzerine yazdığı “Geometrisiz Olmaz” başlıklı köşe yazısıyla etkilemiştir. İzlediğiniz belgeselinde Büyük Britanya kökenli, ABD doğumlu, kelebek biçimindeki imzasıyla tanınan Ressam James Abbott McNeill Whistler’den alıntıladığı “Bana bir kere daha gülümseyin, sonra dünyaya ebediyen gülümseyeceksiniz" sözü de mizah yönünü anımsattı, anlatayım da rahatlamana katkım olsun: Savcı, morgdaki üç cesedi incelemek üzere gelmişti. Birinci ceset sırıtıyordu. Savcı nedenini sordu; "Milli piyangoda büyük ikramiyeyi kazandı, sevincine dayanamadı, kalp krizi geçirdi ve öldü", dediler. İkinci ceset de sırıtıyordu. Savcı sordu; “Bu neden sırıtıyor?” “Bunun da oğlu doğmuştu. Sevinçten kalbine yenik düştü.” diye açıkladılar. Üçüncü ceset Temel'in kömür halindeki cesediydi. O da sırıtıyordu. “Bu neden öldü?” diye sordu Savcı; “Efendim, buna yıldırım çarptı.” dediler. “Peki, neden sırıtıyor?” “Fotoğrafını çekiyorlar sanmış.”
    Sonunda sen de “Ben doğum tarihim ve kuşağımdan memnunum" diyorsan, bugünlerde üstümüzde olan Covid-19 belasından kurtulup da hedeflediğimiz 100 yaşını geçince bir gün hakkımızda “Bu tabutun içindeki ölü mü, yoksa diri mi?” diye soran birine “Diri!” yanıtını verecekler demektir inşallah…
    Teşekkürler sana. Tüm yazıların için yüreğine ve emeğine sağlık…

Leave a Comment

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir