İşte yine oldu, ben yazma disiplinime dönünce, hayat yazmaya değer olayları sıraya dizdi.
Belki de, yazmaya döndüğüm için anda kalmayı daha çok başarabildim. Ara dönemde önümden, yanımda, tam da orta yerimden geçenleri kaçırırken şimdi duruyor, bütün duyularıma sindiriyor ve yazıyor, yazıyorum. Yeniden anda olmak bana çok iyi geldi. Paylaşıyorum ki size de bulaşsın. Paylaşın ki yayılsın. Geçen gün bir arkadaşım, benim için bir sürü güzellik dilemiş ve şöyle sonlandırmış mesajını: Sana gelsin, sen zaten çoğaltır ve çevrene dağıtırsın… Bunu sizin desteğiniz olmadan yapamam, beraber yayalım mı?
Dün hastanede sıradan bir gündü. Hastaların covid olup olmadığına karar vermekle, olduğunu düşünüyorsam yatırmakla geçti. Yine birbiri üzerine titreyen ekip üyeleri ile uyumlu bir çalışma günüydü. En çok belirsizliklerin yorduğu süreç, değişmeden sürdü. Yorgun argın eve geliş ve kendimi salondaki koltuğa atabilecek duruma gelme işlemleri de benzerdi. Sonrası şenlik…
Evin huzuru… Günün tatlı tatlı kritiğinin yapılması… Mutlaka gülünecek bir şeyler bulunması. Kahkahanın iyileştirici gücüne yürekten inananlardanım.
Yeni bir röportaj ve bu sırada bir kez daha başka zaman karşılaşmayacağım güzel bir insanlar dostluk köprülerinin inşası: Sevgi Kalayoğlu Beşışık ile. Hikâyesine dâhil olmak ve onu hikâyemin bir parçası yapmak… Elbette iyi geldi. İçindeki cevval haberci çıktı ortaya, beynimdeki nöronların (sinir hücreleriniz) sinapsları (birbiriyle bağlantıları) son dönemde çılgınca arttı. Hemen bağlantılar kuruveriyor ve yeni bir projeye dökebiliyorum. Bakalım bu sınırı nereye dek zorlayacağım?
Gece geldiğinde ise harika bir sürprizle aydınlandı karanlık. eşimin bana önerisi: Leyla Gencer-İKSV belgeseli
Adını duyduğum, La diva Turca (Türk diva) olarak anıldığını bildiğim, ölümünden sonra küllerinin boğazın serin sularına bırakılmasını vasiyet etmiş, o sahne ile beni çok duygulandırmış bu olağanüstü kadını çok iyi tanımıyordum doğrusu. Belgesel bu kaybımı telafi etti. Gerçekten çok iyi hazırlanmış olan anlatı, Leyla Gencer’in hayatını hemen her yönüyle, tanıklıklar ve duygusuyla aktarmayı çok iyi başarmış.
Ağlamamak için kendimi zor tuttuğum, tutamadığım, kahkaha attığım, hınzır hınzır güldüğüm, kıskandığım, çok kıskandığım, çok fazla kıskandığım yerler oldu. Sürekli kendisini geçme uğraşı, ama bunu yaparken de içini kaplayan kaygıyı kendisine güç vermesi için ehlileştirmesini aklıma yazdım. Çok şanslıymış diye düşündüm. Ama işini şansa bırakmamış, çok çalışmış. Kendi yaşam ilkelerimden izler buldum ama onun düzeyine yetişmek için daha çok fırın ekmek yemem gerektiğini de düşündüm.
Sesiyle büyülendim, zekâsına hayran kaldım, disiplininden dersler çıkardım. Bir saatten biraz uzun zamanda bana bunların hepsini bahşetti. İyi ki yaşamış ve iyi ki yaşamı böylesine etkin bir şekilde gelecek nesillere aktarılmış diye aklımdan geçirdim. Yüreğim kanatlanmış halde son sahnenin zihnimde çakılı kalan görüntüsüyle bir süre kıpırtısız kaldım. Sonra doğru uykuya gittim. Rüyamda devam eder mi beklentisiyle. Sabah kuşlar kadar hafiftim; kim bilir rüyamda bana neler anlatmaya devam etti. Anımsamıyorum.
Beslenmeme özen gösteren sevgilim, zihnimi ve ruhumu da düşünüyor. Her akşam için başka ne sunabilirim diye hazırlandığını sanıyorum. Bugün için işi kolay, çünkü kaç gündür beklediğim Madame Butterfly gecesi… Newyork’tayız, Metropolitan Opera’da. Belki operanın hikâyesini, tarihçesini anlatmak için hazırlanıyordur. Ah, ne iyi olur.
Önümüz hafta sonu. Öğle yemeği arasında sıkışmazsa belki daha uzun yazarım. Belki yazar mıyım, demiyorum. Nefes almakla ilgili tereddüdüm olmadığına göre, yazmakla ilgili de olamaz.
©Göksel Altınışık Ergur
����☺️
Leyla Genceri ben de tanımak isterim, teşekkürler güzel blog için